Gece yarısı idi. Yarı işkilli, yatağıma uzanmış dinlenmeye çalışıyordum. Kapım çalındı. Saat üçü üç-beş kum tanesi geçmişti. Prometeus bana sesleniyordu; “Hermes! Hermes! Hermes! Yüce Kronos seni görmek istiyor.”
Sesi teatraldi. Sözleri, bir tirat gibi ama yapmacıklı çıkıyordu. Sandaletlerimi giydim. Dışarı çıkınca iki kentavros kollarımı çapraza aldılar ve sürüklemeye başladılar. Koridorun sonunda sinmiş karaltılar gözüme takıldı; “Ne oluyor?”, diye sordum. Şaşkındım. “Tutuklusun!” diye bağırdı Prometeus, ardından yavaşça, ”Sızlan” diye uyardı.
Gece yarısı idi. Yarı işkilli, yatağıma uzanmış dinlenmeye çalışıyordum. Kapım çalındı. Saat üçü üç-beş kum tanesi geçmişti. Prometeus bana sesleniyordu; “Hermes! Hermes! Hermes! Yüce Kronos seni görmek istiyor.”
Sesi teatraldi. Sözleri, bir tirat gibi ama yapmacıklı çıkıyordu. Sandaletlerimi giydim. Dışarı çıkınca iki kentavros kollarımı çapraza aldılar ve sürüklemeye başladılar. Koridorun sonunda sinmiş karaltılar gözüme takıldı; “Ne oluyor?”, diye sordum. Şaşkındım. “Tutuklusun!” diye bağırdı Prometeus, ardından yavaşça, ”Sızlan” diye uyardı.