Mitokondri hücre yaşamı ve ölümü için anahtar organeldir. Bir taraftan hücresel ATP' nin büyük kısmının üretildiği bir enerji santrali görevini üstlenirken, diğer taraftan programlı hücre ölümünde merkezi rol oynamakta ve hücresel kalsiyum homestazı, hücresel farklılaşma, hücre büyümesi ve hücre döngüsünün kontrolü, sinyal iletimi gibi önemli hücresel süreçlere de katılmaktadır. Tüm bu fonksiyonları ile mitokondrilerin kanser, nörodejeneratif ve nöromüsküler hastalıklar, obezite, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet gibi çok sayıda hastalığın gelişiminde rol oynadığı ve yaşlanma sürecinde de etkili olduğu gösterilmiştir.
Mitokondriyal Tıp kavramı ilk kez 1962 yılında Rolf Luft tarafından klinik semptomları mitokondri kaynaklı bir hastayı tanımlaması ile kullanılmıştır [1,2]. Günümüzde ise mitokondriyal tıp, temelinde biyokimya, fizyoloji, patoloji ve genetiği de içine alan modern tıbbın en önemli alanlarından biri haline gelmiştir. Bu alanda yapılan çalışmalar her geçen gün artarken hastalıkların tanı ve tedavisi için önemli bilgiler sunmaktadır.
Günümüzde mitokondriyal disfonksiyona ciddi patojenik bir rol atfeden çalışmaların sayısı giderek artmaktadır; mitokondriyal disfonksiyonların ya da hasarın göz ardı edilmemesi gereken bir yönü de farmakolojik ajanların terapötik etkinliği ve toksik etkilerine ilişkin etkileşimidir. Tüm bu nedenlerden dolayı mitokondriyal tıp önümüzdeki günlerde daha çok tartışılacak gibi durmaktadır.
Kitabın çevirisinde orijinale sadık kalınarak elektron transfer zinciri (ETC) ifadesi kullanılmıştır. Diğer taraftan zincir kavramı NADH, kompleks I, kompleks III, kompleks IV gibi doğrusal bir sıralamayı tanımlamaktadır. Oysa kompleks I, kompleks II, elektron transfer eden flavoprotein kompleksi, gliserofosfat dehidrogenaz, dihidroorotat dehidrogenaz, prolin dehidrogenaz gibi kaynaklardan gelen elektronlar Q kavşağına aktarılmaktadır ve bu bakımdan lineer olmaktan ziyade yakınsak bir yapı olarak düşülmelidir. Bu nedenle elektron transfer sistemi (ETS) ifadesi literatürde önerilmektedir (Gnaiger ve ark., 2019)
Mitokondri hücre yaşamı ve ölümü için anahtar organeldir. Bir taraftan hücresel ATP' nin büyük kısmının üretildiği bir enerji santrali görevini üstlenirken, diğer taraftan programlı hücre ölümünde merkezi rol oynamakta ve hücresel kalsiyum homestazı, hücresel farklılaşma, hücre büyümesi ve hücre döngüsünün kontrolü, sinyal iletimi gibi önemli hücresel süreçlere de katılmaktadır. Tüm bu fonksiyonları ile mitokondrilerin kanser, nörodejeneratif ve nöromüsküler hastalıklar, obezite, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet gibi çok sayıda hastalığın gelişiminde rol oynadığı ve yaşlanma sürecinde de etkili olduğu gösterilmiştir.
Mitokondriyal Tıp kavramı ilk kez 1962 yılında Rolf Luft tarafından klinik semptomları mitokondri kaynaklı bir hastayı tanımlaması ile kullanılmıştır [1,2]. Günümüzde ise mitokondriyal tıp, temelinde biyokimya, fizyoloji, patoloji ve genetiği de içine alan modern tıbbın en önemli alanlarından biri haline gelmiştir. Bu alanda yapılan çalışmalar her geçen gün artarken hastalıkların tanı ve tedavisi için önemli bilgiler sunmaktadır.
Günümüzde mitokondriyal disfonksiyona ciddi patojenik bir rol atfeden çalışmaların sayısı giderek artmaktadır; mitokondriyal disfonksiyonların ya da hasarın göz ardı edilmemesi gereken bir yönü de farmakolojik ajanların terapötik etkinliği ve toksik etkilerine ilişkin etkileşimidir. Tüm bu nedenlerden dolayı mitokondriyal tıp önümüzdeki günlerde daha çok tartışılacak gibi durmaktadır.
Kitabın çevirisinde orijinale sadık kalınarak elektron transfer zinciri (ETC) ifadesi kullanılmıştır. Diğer taraftan zincir kavramı NADH, kompleks I, kompleks III, kompleks IV gibi doğrusal bir sıralamayı tanımlamaktadır. Oysa kompleks I, kompleks II, elektron transfer eden flavoprotein kompleksi, gliserofosfat dehidrogenaz, dihidroorotat dehidrogenaz, prolin dehidrogenaz gibi kaynaklardan gelen elektronlar Q kavşağına aktarılmaktadır ve bu bakımdan lineer olmaktan ziyade yakınsak bir yapı olarak düşülmelidir. Bu nedenle elektron transfer sistemi (ETS) ifadesi literatürde önerilmektedir (Gnaiger ve ark., 2019)