“Ahlâk ve Hukuk” öncelikle hem bir birey olarak hem de toplumsal bir varlık olarak insanın topyekûn hayatını ve daha kapsamlı olarak da tüm insanlığı ilgilendiren merkezi konumdaki kavramlardan ikisidir. Ahlâk ve hukuk ilişkisinin insan hayatına ve toplumsal düzene nasıl bir anlam kattığı ve bu ilişkinin mahiyet ve niteliğinin ne yönde olması gerektiği teori ve pratiği ile üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir mahiyete sahiptir. Ahlâk ve hukuk kavramları göz önüne alınmadan bireyin manevî dünyası, kişiliği, davranışları ve pratik hayatının bütünlüğü kurulamaz. Bu yüzden bireyden başlayarak toplumsal hayatta sağlanması ve sürdürülmesi gereken düzen, huzur, refah ve güvenlik de ahlâk ve hukuk kavramlarından ayrı düşünülemez. Bütün bunların temelinde yatan ise onlardan ayrı düşünülemeyecek aksine onlarla mecz olması gereken “adalet” kavramıdır. Adalet ise hangi şarta sahip olunursa olunsun muhakkak tatbik edilmesi gereken bir değer olarak anlaşılmadan, gerek ahlâk, gerekse hukuk, şekli bir kural olmaktan öteye gidemez. Bunun içindir ki adalet gibi yüce bir değer ancak ahlâk ve hukukun bir bütün olarak tatbik edilmesiyle kendi hakikatine kavuşur. Bu yüzden ahlâk ve hukuk ilişkisini anlamlandıran ona ruhunu veren dolayısıyla hayat bahşeden kavram adalettir. Ancak her şeyden önce bu kavramların gerçekleştiği alan ve aynı zamanda gerçekleştiricisi insan olmaktadır. İnsan tutum ve davranışlarıyla ahlâkî değerleri tatbik edecek ve yaşatacak bir varlık olma sorumluluğuna sahiptir. İnsan, davranışlarıyla sadece davranmış olmaz, davranışlarına muhatap olanlara kendi hukukunu da anlatmış olur. Bu ise, insanın öncelikle kendini tanımasıyla ve değerlerin anlamlarını tefekkür etmesiyle ve sonunda nasıl davrandığı ile nasıl davranması gerektiği konusunda bir bilinç geliştirmesiyle mümkün.
Bu eserin öncelikli hedefi: Ahlâk ve hukukun “Hukuk Felsefesi” alanı içinde kalarak derinlemesine incelenmesidir. Çalışmanın temelini oluşturması bakımından öncelikle insan kavramı ve onun anlaşılmasında nirengi noktası olan değerlerin açıklanmasına çalışılmıştır. Ancak ondan sonradır ki ahlâk ve hukuk ilişkisinin mahiyet ve niteliğinin nasıl kavranması gerektiği tartışma konusu edilmiş; insanı, ahlâk ve hukuku yanlış temellere dayandırmak isteyen görüş ve düşünüşlerin hangi noktalarda yanlışa yöneldiklerine dair kritikler yapılmıştır. Buradaki temek amaç, ahlâk ve hukuk kavramlarının hemen belli bir kalıba sokularak tanımlanması değil, aksine anlaşılmaları ve sağlıklı bir şekilde tanımlanabilmeleri için yoğun araştırma, inceleme ve tartışmalara açılması doğrultusunda olmuştur. Onun içindir ki çalışmada belli bir ahlâk ve belli bir hukuk sistemi göz önünde tutulmamış, fakat insanın temel değerlerinin nerede aranması gerektiğine dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
“Ahlâk ve Hukuk” öncelikle hem bir birey olarak hem de toplumsal bir varlık olarak insanın topyekûn hayatını ve daha kapsamlı olarak da tüm insanlığı ilgilendiren merkezi konumdaki kavramlardan ikisidir. Ahlâk ve hukuk ilişkisinin insan hayatına ve toplumsal düzene nasıl bir anlam kattığı ve bu ilişkinin mahiyet ve niteliğinin ne yönde olması gerektiği teori ve pratiği ile üzerinde tefekkür edilmesi gereken bir mahiyete sahiptir. Ahlâk ve hukuk kavramları göz önüne alınmadan bireyin manevî dünyası, kişiliği, davranışları ve pratik hayatının bütünlüğü kurulamaz. Bu yüzden bireyden başlayarak toplumsal hayatta sağlanması ve sürdürülmesi gereken düzen, huzur, refah ve güvenlik de ahlâk ve hukuk kavramlarından ayrı düşünülemez. Bütün bunların temelinde yatan ise onlardan ayrı düşünülemeyecek aksine onlarla mecz olması gereken “adalet” kavramıdır. Adalet ise hangi şarta sahip olunursa olunsun muhakkak tatbik edilmesi gereken bir değer olarak anlaşılmadan, gerek ahlâk, gerekse hukuk, şekli bir kural olmaktan öteye gidemez. Bunun içindir ki adalet gibi yüce bir değer ancak ahlâk ve hukukun bir bütün olarak tatbik edilmesiyle kendi hakikatine kavuşur. Bu yüzden ahlâk ve hukuk ilişkisini anlamlandıran ona ruhunu veren dolayısıyla hayat bahşeden kavram adalettir. Ancak her şeyden önce bu kavramların gerçekleştiği alan ve aynı zamanda gerçekleştiricisi insan olmaktadır. İnsan tutum ve davranışlarıyla ahlâkî değerleri tatbik edecek ve yaşatacak bir varlık olma sorumluluğuna sahiptir. İnsan, davranışlarıyla sadece davranmış olmaz, davranışlarına muhatap olanlara kendi hukukunu da anlatmış olur. Bu ise, insanın öncelikle kendini tanımasıyla ve değerlerin anlamlarını tefekkür etmesiyle ve sonunda nasıl davrandığı ile nasıl davranması gerektiği konusunda bir bilinç geliştirmesiyle mümkün.
Bu eserin öncelikli hedefi: Ahlâk ve hukukun “Hukuk Felsefesi” alanı içinde kalarak derinlemesine incelenmesidir. Çalışmanın temelini oluşturması bakımından öncelikle insan kavramı ve onun anlaşılmasında nirengi noktası olan değerlerin açıklanmasına çalışılmıştır. Ancak ondan sonradır ki ahlâk ve hukuk ilişkisinin mahiyet ve niteliğinin nasıl kavranması gerektiği tartışma konusu edilmiş; insanı, ahlâk ve hukuku yanlış temellere dayandırmak isteyen görüş ve düşünüşlerin hangi noktalarda yanlışa yöneldiklerine dair kritikler yapılmıştır. Buradaki temek amaç, ahlâk ve hukuk kavramlarının hemen belli bir kalıba sokularak tanımlanması değil, aksine anlaşılmaları ve sağlıklı bir şekilde tanımlanabilmeleri için yoğun araştırma, inceleme ve tartışmalara açılması doğrultusunda olmuştur. Onun içindir ki çalışmada belli bir ahlâk ve belli bir hukuk sistemi göz önünde tutulmamış, fakat insanın temel değerlerinin nerede aranması gerektiğine dikkat çekilmeye çalışılmıştır.