Bu eser, cehaletin mazeret olamayacağını Kur'an ve Hadisler ışığında ortaya koymuş, ilmi bir çalışmadır.
Şüphesizdir ki günümüzde küfür, ifrat ve tefrit arasında çok bulanık bir durum arzetmektedir. Aslında bu, İman gerçeğinin çok iyi tespit edilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden küfür ve laiklik davetçileri, kendilerini bir takım paravanların arkasına saklayarak gizlenebilmişlerdir. Öyleki, bunların bayrak ve flamaları, İslam diyarı üzerinde rahatlıkla dalgalanır hale gelmiştir.
İslamın garipliğine paralel olarak, fitne ortalığı kaplamış durumdayken, tevhide sarılan tekfir, sünnete tabi olan bid'atçi kabul edilir olmuştur. Tağutlar, müminlerin öncüleri kılığına, zındıklar ise zahid insanların görünümüne bürünmüşlerdir.
Artık bid'atçiler sünnet ehli olarak görülür hale gelmiş fasık ve mücrim kişiler de adalet ve takva ehli konumunda anılmaya başlanmıştır. Ne varki İslam ümmetinden bir grup, hak üzere kaim olmaya devam etmiş, fısk ve delalet ehline karşı mücadeleyi sürdürmüştür.
Ne yazıkki İslami gayret ve çaba bu pis ilhad'i akımı durdurmaya muktedir olamamaktadır. Çünkü bu pisliğin davetçileri, bizim kılığımızda bizim ifadelerimizi kullanmaktadırlar.
Artık öyle bir hale geldikki -onlara göre- Müslüman, manasını bilmese de ve gereği gibi amel etmese de şirkten uzaklaşmamış olsa bile Kelime-i Şehadeti sadece telaffuz eden kimsedir.
İşte bu kısır, eksik ve yanlış düşünceden dolayı bugün yeryüzünü şirk ve müşrik fırtınası kasıpkavurmaktadır. Tabi olarak da cehalet her tarafı kaplamıştır. Her şeyin özü olan tevhid ilmi neredeyse ortadan kalkmış gibidir.
Görülen hal odurki insanların çoğu, kötülüklerden, emir ve yasaklardan habersiz halde yaşamaktadır. Farkında olarak veya olmayarak kendilerini tehlikeye atmaktadırlar. Onun içindirki bir mümin olarak cehalet mazeret değildir. Cehaletinden dolayı hata işleyen insan mesuliyetten kurtulamaz.
Bu eser, cehaletin mazeret olamayacağını Kur'an ve Hadisler ışığında ortaya koymuş, ilmi bir çalışmadır.
Şüphesizdir ki günümüzde küfür, ifrat ve tefrit arasında çok bulanık bir durum arzetmektedir. Aslında bu, İman gerçeğinin çok iyi tespit edilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden küfür ve laiklik davetçileri, kendilerini bir takım paravanların arkasına saklayarak gizlenebilmişlerdir. Öyleki, bunların bayrak ve flamaları, İslam diyarı üzerinde rahatlıkla dalgalanır hale gelmiştir.
İslamın garipliğine paralel olarak, fitne ortalığı kaplamış durumdayken, tevhide sarılan tekfir, sünnete tabi olan bid'atçi kabul edilir olmuştur. Tağutlar, müminlerin öncüleri kılığına, zındıklar ise zahid insanların görünümüne bürünmüşlerdir.
Artık bid'atçiler sünnet ehli olarak görülür hale gelmiş fasık ve mücrim kişiler de adalet ve takva ehli konumunda anılmaya başlanmıştır. Ne varki İslam ümmetinden bir grup, hak üzere kaim olmaya devam etmiş, fısk ve delalet ehline karşı mücadeleyi sürdürmüştür.
Ne yazıkki İslami gayret ve çaba bu pis ilhad'i akımı durdurmaya muktedir olamamaktadır. Çünkü bu pisliğin davetçileri, bizim kılığımızda bizim ifadelerimizi kullanmaktadırlar.
Artık öyle bir hale geldikki -onlara göre- Müslüman, manasını bilmese de ve gereği gibi amel etmese de şirkten uzaklaşmamış olsa bile Kelime-i Şehadeti sadece telaffuz eden kimsedir.
İşte bu kısır, eksik ve yanlış düşünceden dolayı bugün yeryüzünü şirk ve müşrik fırtınası kasıpkavurmaktadır. Tabi olarak da cehalet her tarafı kaplamıştır. Her şeyin özü olan tevhid ilmi neredeyse ortadan kalkmış gibidir.
Görülen hal odurki insanların çoğu, kötülüklerden, emir ve yasaklardan habersiz halde yaşamaktadır. Farkında olarak veya olmayarak kendilerini tehlikeye atmaktadırlar. Onun içindirki bir mümin olarak cehalet mazeret değildir. Cehaletinden dolayı hata işleyen insan mesuliyetten kurtulamaz.