"Tıngır Mıngır Bir Yolculuk sonrasında bir başıma kalakalmıştım kuşette. Sadece rayların biteviye gürültüsüne karışan sıra dışı bir sessizlik vardı. Gece, elinden tuttuğu hayallerimle beraber sırra kadem basmıştı ve ben yerini yurdunu bilmediğim yeni bir günün sabahında saçma düşüncelere zihnimde yer vermek istemediğimden daha mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Port Bou‘da treni değiştirip Barselona‘ya gidecektim. Bu hayalet trende sanki bir ben vardım. Bıçak kadar keskin, ezici bir yalnızlıkla baş başaydım. Herkes gitmişti. Strasbourg istasyonundan üç durak sonra binen o Fransız adamın..." Yazar, kâh köhne kâh gıcır gıcır bir trendeki II. Mevki yolcusunun romanesk tadındaki anılarını kendine özgü üslubuyla dile getirmiş. Eylül akşamlarının desen desen ışıltısı çökmek üzereyken terk ettiği Avrupa‘nın güngörmüş şehirlerinde, yeknesak günlere nispet yaparcasına bir bahar kelebeği neşesi içinde güle oynaya zamanını geçiriyor; Madrid‘in gettosu ‘Lavapies‘ muhitinin arasına karışıyor, yosma bir kadına benzettiği Paris‘in insanı yoldan çıkaran güzelliğine gıpta ediyor, suda boğulan kent Venedik‘te rakı sofrasına tanıklık ediyor, Selanik te ise eski bir dostla kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşıyor. Cebindeki bir bilet ile hayallerinin altında, rayların kıyısında geçen yolculuk sonrası "dünyanın tadı gördükçe çıkıyormuş üstadım, gideceksen durma git" diyerek de cüretkâr şekilde trenle Avrupa yolculuğuna çağırıyor bizleri.
"Tıngır Mıngır Bir Yolculuk sonrasında bir başıma kalakalmıştım kuşette. Sadece rayların biteviye gürültüsüne karışan sıra dışı bir sessizlik vardı. Gece, elinden tuttuğu hayallerimle beraber sırra kadem basmıştı ve ben yerini yurdunu bilmediğim yeni bir günün sabahında saçma düşüncelere zihnimde yer vermek istemediğimden daha mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Port Bou‘da treni değiştirip Barselona‘ya gidecektim. Bu hayalet trende sanki bir ben vardım. Bıçak kadar keskin, ezici bir yalnızlıkla baş başaydım. Herkes gitmişti. Strasbourg istasyonundan üç durak sonra binen o Fransız adamın..." Yazar, kâh köhne kâh gıcır gıcır bir trendeki II. Mevki yolcusunun romanesk tadındaki anılarını kendine özgü üslubuyla dile getirmiş. Eylül akşamlarının desen desen ışıltısı çökmek üzereyken terk ettiği Avrupa‘nın güngörmüş şehirlerinde, yeknesak günlere nispet yaparcasına bir bahar kelebeği neşesi içinde güle oynaya zamanını geçiriyor; Madrid‘in gettosu ‘Lavapies‘ muhitinin arasına karışıyor, yosma bir kadına benzettiği Paris‘in insanı yoldan çıkaran güzelliğine gıpta ediyor, suda boğulan kent Venedik‘te rakı sofrasına tanıklık ediyor, Selanik te ise eski bir dostla kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşıyor. Cebindeki bir bilet ile hayallerinin altında, rayların kıyısında geçen yolculuk sonrası "dünyanın tadı gördükçe çıkıyormuş üstadım, gideceksen durma git" diyerek de cüretkâr şekilde trenle Avrupa yolculuğuna çağırıyor bizleri.