Yaşadığımız coğrafyada yaşanan sistem içi değişim süreçlerini ait olduğu düzlemde ve doğru okumayıp, yaşananlara yanlış ve aşırı anlamlar yükleyen birçok İslami çevrenin, bizlerin bu gidişata dair hakkı ve sabrı tavsiye, emri bil maruf nehyi anil münker sorumluluğumuz çerçevesindeki eleştiri,ikaz ve tevbe çağrılarımıza kulaklarını tıkadığı, görmezden geldiği veya bizleri “yerinde saymakla”, “kendimizi yenileyememekle” itham ettiği acı bir gerçektir.
Hakkın ve sabrın tavsiyesi karşısında duyarsızlık ve dahası Allah için bu sorumluluğu yerine getirmeye gayret eden insanları takdir ve onların eleştiri ve ikazlarını ciddiyetle gündeme almak yerine, istikamet yerine neticeye odaklı yaklaşımlarla onları “yerinde saymak” gibi ithamlara muhatap kılmak, aslında içerisinde bulunulan istikamet krizinin derinliğine işaret eden bir haldir.
Allah Rasulü (a.s.) ve güzide arkadaşlarının bile istikamet hatırlatma ve ikazına muhatap olduğu Kur'ani bir hakikat iken, istikamet gibi bir gündemden uzak olmak ve bu gündemi taze/diri tutmaya çalışanlar karşısında burun kıvıran, küçümseyen ve mahkûm eden bir tutum takınmak maalesef müstağniliği çağrıştıran bir duruma işaret etmektedir.
İslam'ın hakikat ve hakimiyet iddiası temelli bir hayat nizamı olduğu gerçeğini unutup ihmal ederek, mücadele çıtalarını cahiliye düzenleri bünyesinde bir mâbed dininin dindarları gibi kendileri ve Allah'ın dini için “özgürlük” temin etme düzeyine indirgeyenlerin, İslam'ı yeni baştan anlayıp öğrenmeye ihtiyaçları vardır. İstikamet krizini, yeniden istikamet bilinciyle aşmak mümkündür.
Ve tabii ki bunun için de bilincin ön şartının bilgi olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, Rabbimizin Kitab-ı Keriminde ilk inzal olan Alak, Müzzemmil, Müddessir, Kalem gibi sûrelerden itibaren “ruczden hicret/cahiliyeden ilkesel ayrışma” temelinde ilk nesil üzerinden bize öğrettiği istikamet bilgisine sahip olmayı öncelemek gerekir.
Yaşadığımız coğrafyada yaşanan sistem içi değişim süreçlerini ait olduğu düzlemde ve doğru okumayıp, yaşananlara yanlış ve aşırı anlamlar yükleyen birçok İslami çevrenin, bizlerin bu gidişata dair hakkı ve sabrı tavsiye, emri bil maruf nehyi anil münker sorumluluğumuz çerçevesindeki eleştiri,ikaz ve tevbe çağrılarımıza kulaklarını tıkadığı, görmezden geldiği veya bizleri “yerinde saymakla”, “kendimizi yenileyememekle” itham ettiği acı bir gerçektir.
Hakkın ve sabrın tavsiyesi karşısında duyarsızlık ve dahası Allah için bu sorumluluğu yerine getirmeye gayret eden insanları takdir ve onların eleştiri ve ikazlarını ciddiyetle gündeme almak yerine, istikamet yerine neticeye odaklı yaklaşımlarla onları “yerinde saymak” gibi ithamlara muhatap kılmak, aslında içerisinde bulunulan istikamet krizinin derinliğine işaret eden bir haldir.
Allah Rasulü (a.s.) ve güzide arkadaşlarının bile istikamet hatırlatma ve ikazına muhatap olduğu Kur'ani bir hakikat iken, istikamet gibi bir gündemden uzak olmak ve bu gündemi taze/diri tutmaya çalışanlar karşısında burun kıvıran, küçümseyen ve mahkûm eden bir tutum takınmak maalesef müstağniliği çağrıştıran bir duruma işaret etmektedir.
İslam'ın hakikat ve hakimiyet iddiası temelli bir hayat nizamı olduğu gerçeğini unutup ihmal ederek, mücadele çıtalarını cahiliye düzenleri bünyesinde bir mâbed dininin dindarları gibi kendileri ve Allah'ın dini için “özgürlük” temin etme düzeyine indirgeyenlerin, İslam'ı yeni baştan anlayıp öğrenmeye ihtiyaçları vardır. İstikamet krizini, yeniden istikamet bilinciyle aşmak mümkündür.
Ve tabii ki bunun için de bilincin ön şartının bilgi olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, Rabbimizin Kitab-ı Keriminde ilk inzal olan Alak, Müzzemmil, Müddessir, Kalem gibi sûrelerden itibaren “ruczden hicret/cahiliyeden ilkesel ayrışma” temelinde ilk nesil üzerinden bize öğrettiği istikamet bilgisine sahip olmayı öncelemek gerekir.