Karanlık Bazı Akşamlar, en mutlu günlerin sonunda aniden gelip mükellef bir akşam yemeği sofrasına, terfi eden bir memurun kapı önüne bırakılmış evrak çantasına, pastanelerde terk edilen boş limonata bardaklarına, duvarlardaki aynalara, sokaklardaki lambalara; ışıkların solgun huzmeleriyle aydınlandığını sanan mahallelere, bodur ağaçların çevrelediği bir tepecik üzerine saçılmış mezar taşlarına, kuytulara, arka bahçelere ve en çok da az önce birer kesik atıp birbirine bastırdıkları avuçlarını gökyüzüne doğrultmuş çocukların siyah saçlarına bir sis gibi çöken öykülerle dolu bir kitap.
Emrah İnan'ın “Cennet Çamuru” ve “Cehennem Ufağı” başlıklı iki bölümde bir araya getirdiği ilk kitabı Karanlık Bazı Akşamlar, ölüm ve dirim geriliminde salınan insanları âdeta portre gibi çizen bir okuma deneyimi sunuyor. Bir arada yaşayan insanların tek başınalığı, yerel renklerle iç içe geçmiş çevrelerin hayatı algılayışı ve en çok da çocukluğun acımasız saflığı kuruyor öykülerin dünyasını. Bütün kapılar hem çok tanıdık hem de ilk kez görülen avlulara açılıyor. Hayattaki her şeyi olağan kabul eden, yüzünde kayıtsız bir tebessümle beliren bir anlatıcı karşılıyor okuru bu avlularda.
Karanlık Bazı Akşamlar, en mutlu günlerin sonunda aniden gelip mükellef bir akşam yemeği sofrasına, terfi eden bir memurun kapı önüne bırakılmış evrak çantasına, pastanelerde terk edilen boş limonata bardaklarına, duvarlardaki aynalara, sokaklardaki lambalara; ışıkların solgun huzmeleriyle aydınlandığını sanan mahallelere, bodur ağaçların çevrelediği bir tepecik üzerine saçılmış mezar taşlarına, kuytulara, arka bahçelere ve en çok da az önce birer kesik atıp birbirine bastırdıkları avuçlarını gökyüzüne doğrultmuş çocukların siyah saçlarına bir sis gibi çöken öykülerle dolu bir kitap.
Emrah İnan'ın “Cennet Çamuru” ve “Cehennem Ufağı” başlıklı iki bölümde bir araya getirdiği ilk kitabı Karanlık Bazı Akşamlar, ölüm ve dirim geriliminde salınan insanları âdeta portre gibi çizen bir okuma deneyimi sunuyor. Bir arada yaşayan insanların tek başınalığı, yerel renklerle iç içe geçmiş çevrelerin hayatı algılayışı ve en çok da çocukluğun acımasız saflığı kuruyor öykülerin dünyasını. Bütün kapılar hem çok tanıdık hem de ilk kez görülen avlulara açılıyor. Hayattaki her şeyi olağan kabul eden, yüzünde kayıtsız bir tebessümle beliren bir anlatıcı karşılıyor okuru bu avlularda.