“Kötülüğün mevsimiydi ve sınanmış, saflaşmış iyiliğin. Sırf bu yüzden, sorsanız bazıları tek bir anından bile vazgeçmeyeceklerini söylerlerdi. Bir umuttu, sadece umudunu kesenler hayatta kalabildi. Karanlıktı. Işığı gözlerine saklarlardı. Yalanın devriydi ve yalanın kötülüğü hem kendinden öncesini hem kendinden sonrasını yalana dönüştürmesindendi. Ligia Dolores Cabral Mejia 2016'da Cartagena'daki taş konakta, kocası Gonzalo Cabral'ın çalışma odasında, elli beş yıllık mütevazı yaşamının tek muammasını çözmek üzereyken bu anın asla gelmeyeceğine çok uzun zaman önce ikna olduğunu fark etti. Sıradan hayatının tek mucizesi; Ligia'nın kendisini biricik ve eşsiz hissettiği tek dönem gerçekliğini çok uzun zaman önce yitirmişti. Bu sırrın tek günahı buydu. Mektubu gördüğü an duyduğu korku, tedirginlik, tereddüt, içinde bir şekilde hayatta kalmış bu arsız bitki, her neyse; onu bir boşluk örmüştü.”
Keten iplikle ızbarço atılarak düğümlerine kan kırmızı mühür dökülmüş bir mektup; geçen yıllara rağmen ilk günkü gibi saf ve büyük kalmayı başarmış bir aşkın hazin hikâyesini anlatıyor. Eşref ve Ligia'nın yaşadıkları; coğrafyaya, zamana, mücadeleye, kargaşalara, kopan fırtınalara karşı atılmış sıkı bir yumruk. Bu büyük hikâyenin ardında Latin Amerika'nın ve Türkiye'nin siyasi tarihi, gelenek ve görenekleri, farklı sosyal tabakaların; insanın en temel, en saf duygusunda tüm tutkuyla bir araya geldiği zamanlar var. Mektuplardan çözülen her düğüm, boğazınızda bir yumru olacak.
70'lerin sonu ve 80'lerin başında Panama ile İstanbul arasına örülmüş; duası, falı, büyüsü, isyanı, denizi, hayali ve hasretiyle kendi zamanında dünyaya ağır gelmiş bir sevdanın hikâyesi.
“Kötülüğün mevsimiydi ve sınanmış, saflaşmış iyiliğin. Sırf bu yüzden, sorsanız bazıları tek bir anından bile vazgeçmeyeceklerini söylerlerdi. Bir umuttu, sadece umudunu kesenler hayatta kalabildi. Karanlıktı. Işığı gözlerine saklarlardı. Yalanın devriydi ve yalanın kötülüğü hem kendinden öncesini hem kendinden sonrasını yalana dönüştürmesindendi. Ligia Dolores Cabral Mejia 2016'da Cartagena'daki taş konakta, kocası Gonzalo Cabral'ın çalışma odasında, elli beş yıllık mütevazı yaşamının tek muammasını çözmek üzereyken bu anın asla gelmeyeceğine çok uzun zaman önce ikna olduğunu fark etti. Sıradan hayatının tek mucizesi; Ligia'nın kendisini biricik ve eşsiz hissettiği tek dönem gerçekliğini çok uzun zaman önce yitirmişti. Bu sırrın tek günahı buydu. Mektubu gördüğü an duyduğu korku, tedirginlik, tereddüt, içinde bir şekilde hayatta kalmış bu arsız bitki, her neyse; onu bir boşluk örmüştü.”
Keten iplikle ızbarço atılarak düğümlerine kan kırmızı mühür dökülmüş bir mektup; geçen yıllara rağmen ilk günkü gibi saf ve büyük kalmayı başarmış bir aşkın hazin hikâyesini anlatıyor. Eşref ve Ligia'nın yaşadıkları; coğrafyaya, zamana, mücadeleye, kargaşalara, kopan fırtınalara karşı atılmış sıkı bir yumruk. Bu büyük hikâyenin ardında Latin Amerika'nın ve Türkiye'nin siyasi tarihi, gelenek ve görenekleri, farklı sosyal tabakaların; insanın en temel, en saf duygusunda tüm tutkuyla bir araya geldiği zamanlar var. Mektuplardan çözülen her düğüm, boğazınızda bir yumru olacak.
70'lerin sonu ve 80'lerin başında Panama ile İstanbul arasına örülmüş; duası, falı, büyüsü, isyanı, denizi, hayali ve hasretiyle kendi zamanında dünyaya ağır gelmiş bir sevdanın hikâyesi.