Sağlıklı bir sosyal, siyasal ve ekonomik düzen kurabilmenin temel şartlarından birisi toplumda yasadışı yollardan elde edilen gelirlerin ekonomi içindeki payının mümkün olan en alt düzeye çekilmesidir. Bilindiği üzere ekonomik ve mali göstergeler bireyler ve şirketler için ne kadar önemli ise devlet hayatı için de en az o kadar önemlidir. Zira devletler ailesinde ekonomik ve mali durumunuz olumlu seyir izlemiyorsa içeride ve dışarıda itibarınız olmayacaktır ve belki de zaman içerisinde bağımsızlığınıza gölge düşecektir.
Bugün dünyaya yön veren ülkeler bu noktada başarılı olan ülkelerdir. Buna mukabil yabancı finans kurumlarının direktiflerine ve reçetelerine muhtaç olan ülkeler ise dış etki ve baskılara açık bir pozisyon oluşturmakta, ekonomik ve siyasi istikrarı bir türlü yakalayamamaktadırlar. Cumhuriyet öncesinde, Osmanlı Devletindeki Duyun-u Umumiye İdaresi
(Genel Borçlar İdaresi) herkesin malumudur. Geniş bir coğrafya da egemen olan devletimiz ekonomik ve mali düzlemde dışa bağımlılığın artması sonucunda, iç ve dış borç kamburunun altında ezilmiş, bu ise beraberinde siyasi istikrarsızlığı oda dağılma sürecini getirmiştir.
1071'den beri yurt edindiğimiz Anadolu'muz çok değil, 87 yıl önce işgallere maruz kalmış, ülkemiz insanı elindeki tüm imkânları seferber ederek kurtuluş savaşı verilmiş ve sonrasında siyasi bağımsızlık korunabilmiştir. Maalesef bugün Türkiye'miz IMF'den borç alan ülkeler sıralamasında enön sıralarda gelmektedir.. En çok borca sahip ülkeler sıralamasında yine aynı öncülüğünü koruyan biz hâlâ “çevrilebilir borç“ söylemine sığınmış gözüküyoruz. Sık sık krizlerle boğuşan bir ülke olmamıza rağmen, borçlu
olmanın psikolojik anlamından henüz çok uzağız. Bir yanda çok ağır dış ve iç borç yükü diğer yanda da %70'lere varan
kayıt dışı ekonomi gerçeği, ortaya çıkmaktadır.
Dış ve iç borç yükü dayanılmaz hale gelen bir ülkenin sağlıklı gelire ihtiyacı olduğu ortadadır. En sağlıklı ve garantili gelir ise devletin egemenlik hakkından kaynaklanarak karşılıksız olarak topladığı vergi gelirleridir. Vergi gelirlerinin hatırı sayılır bir rakama ulaşması ve kamuoyunun vergiye gönüllü uyumunun sağlanması ise kayıt dışı ekonomi ve ona sebebiyet
veren toplumun kanayan ya rası yolsuzluk ile ciddi bir mücadeleyi ve kayıt dışını olabilecek en alt seviyeye çekmeyi gerektirir. Kayıt dışı ekonomi kayıtlı ekonomiyi ve vergi adaletini temelden sarsan ve istikrarı bozan bir olgudur. Oturmuş devlet yapılarında kayıt dışı ekonomi alanı oldukça daralmıştır. Piyasa serbest rekabet koşulları içerisinde kendi dengesini bulmaktadır. Kayıt dışı ekonomi ile mücadeleyi önemsemeyen ülkelerde ise yerli ve istikrarlı bir sanayi hamlesi yapılamamakta, yabancı sermayede inişli çıkışlı bir seyirle ekonomideki yerini almaktadır.
Devlet daha çok kayıtlı mükellefe ağırlaştırılmış vergi oranları ile yüklenmektedir. Bu da yerli sermayenin bile dış ülkelere yönelmesine sebep olmaktadır. Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki oranı hızla yükselmektedir. Bu ise vergi adaletini onarılamaz bir biçimde zedelemektedir. Vergi tabanınıgenişletme konusunda da başarı sağlanamadığından dar gelirli vatandaşın ve asgari ücretlinin ödenen vergi içerisindeki payı haksız bir şekilde artmaktadır. Gayri safi milli hâsıladan alınan payla (kişi başına düşen gelirle) devlet gelirlerine olan katkı arasında ters bir ilişki gelişmektedir. Kamu vicdanını yaralayan bu durumdan kurtulmanın yegâne yolu, iyi bir gelir politikası oluşturup bu politikayı doğru ve etkin bir şekilde yürütecek bir
gelir idaresi ve buna bağlı denetim mekanizması kurulması ve kayıt dışı ekonominin topluma olumsuz etkilerinin düzenli bir şekilde anlatılarak toplum bilincinin oluşturulmasıdır.
Biz bu çalışmamızda kayıt dışı ekonomi, vergi kayıp ve kaçakları, yasadışı faaliyetler ve kara para konusunu araştırıp
sunuyoruz kayıt dışının çocuklarımızın çalınan geleceği olduğu düşüncesi ile kayıt dışı olmadan müreffeh bir ülke özlemimizle bu çalışmamızın okuyucularımıza faydalı olmasını dileriz. Saygılarımla,
Nevzat Erdağ, Ocak 2007
Sağlıklı bir sosyal, siyasal ve ekonomik düzen kurabilmenin temel şartlarından birisi toplumda yasadışı yollardan elde edilen gelirlerin ekonomi içindeki payının mümkün olan en alt düzeye çekilmesidir. Bilindiği üzere ekonomik ve mali göstergeler bireyler ve şirketler için ne kadar önemli ise devlet hayatı için de en az o kadar önemlidir. Zira devletler ailesinde ekonomik ve mali durumunuz olumlu seyir izlemiyorsa içeride ve dışarıda itibarınız olmayacaktır ve belki de zaman içerisinde bağımsızlığınıza gölge düşecektir.
Bugün dünyaya yön veren ülkeler bu noktada başarılı olan ülkelerdir. Buna mukabil yabancı finans kurumlarının direktiflerine ve reçetelerine muhtaç olan ülkeler ise dış etki ve baskılara açık bir pozisyon oluşturmakta, ekonomik ve siyasi istikrarı bir türlü yakalayamamaktadırlar. Cumhuriyet öncesinde, Osmanlı Devletindeki Duyun-u Umumiye İdaresi
(Genel Borçlar İdaresi) herkesin malumudur. Geniş bir coğrafya da egemen olan devletimiz ekonomik ve mali düzlemde dışa bağımlılığın artması sonucunda, iç ve dış borç kamburunun altında ezilmiş, bu ise beraberinde siyasi istikrarsızlığı oda dağılma sürecini getirmiştir.
1071'den beri yurt edindiğimiz Anadolu'muz çok değil, 87 yıl önce işgallere maruz kalmış, ülkemiz insanı elindeki tüm imkânları seferber ederek kurtuluş savaşı verilmiş ve sonrasında siyasi bağımsızlık korunabilmiştir. Maalesef bugün Türkiye'miz IMF'den borç alan ülkeler sıralamasında enön sıralarda gelmektedir.. En çok borca sahip ülkeler sıralamasında yine aynı öncülüğünü koruyan biz hâlâ “çevrilebilir borç“ söylemine sığınmış gözüküyoruz. Sık sık krizlerle boğuşan bir ülke olmamıza rağmen, borçlu
olmanın psikolojik anlamından henüz çok uzağız. Bir yanda çok ağır dış ve iç borç yükü diğer yanda da %70'lere varan
kayıt dışı ekonomi gerçeği, ortaya çıkmaktadır.
Dış ve iç borç yükü dayanılmaz hale gelen bir ülkenin sağlıklı gelire ihtiyacı olduğu ortadadır. En sağlıklı ve garantili gelir ise devletin egemenlik hakkından kaynaklanarak karşılıksız olarak topladığı vergi gelirleridir. Vergi gelirlerinin hatırı sayılır bir rakama ulaşması ve kamuoyunun vergiye gönüllü uyumunun sağlanması ise kayıt dışı ekonomi ve ona sebebiyet
veren toplumun kanayan ya rası yolsuzluk ile ciddi bir mücadeleyi ve kayıt dışını olabilecek en alt seviyeye çekmeyi gerektirir. Kayıt dışı ekonomi kayıtlı ekonomiyi ve vergi adaletini temelden sarsan ve istikrarı bozan bir olgudur. Oturmuş devlet yapılarında kayıt dışı ekonomi alanı oldukça daralmıştır. Piyasa serbest rekabet koşulları içerisinde kendi dengesini bulmaktadır. Kayıt dışı ekonomi ile mücadeleyi önemsemeyen ülkelerde ise yerli ve istikrarlı bir sanayi hamlesi yapılamamakta, yabancı sermayede inişli çıkışlı bir seyirle ekonomideki yerini almaktadır.
Devlet daha çok kayıtlı mükellefe ağırlaştırılmış vergi oranları ile yüklenmektedir. Bu da yerli sermayenin bile dış ülkelere yönelmesine sebep olmaktadır. Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki oranı hızla yükselmektedir. Bu ise vergi adaletini onarılamaz bir biçimde zedelemektedir. Vergi tabanınıgenişletme konusunda da başarı sağlanamadığından dar gelirli vatandaşın ve asgari ücretlinin ödenen vergi içerisindeki payı haksız bir şekilde artmaktadır. Gayri safi milli hâsıladan alınan payla (kişi başına düşen gelirle) devlet gelirlerine olan katkı arasında ters bir ilişki gelişmektedir. Kamu vicdanını yaralayan bu durumdan kurtulmanın yegâne yolu, iyi bir gelir politikası oluşturup bu politikayı doğru ve etkin bir şekilde yürütecek bir
gelir idaresi ve buna bağlı denetim mekanizması kurulması ve kayıt dışı ekonominin topluma olumsuz etkilerinin düzenli bir şekilde anlatılarak toplum bilincinin oluşturulmasıdır.
Biz bu çalışmamızda kayıt dışı ekonomi, vergi kayıp ve kaçakları, yasadışı faaliyetler ve kara para konusunu araştırıp
sunuyoruz kayıt dışının çocuklarımızın çalınan geleceği olduğu düşüncesi ile kayıt dışı olmadan müreffeh bir ülke özlemimizle bu çalışmamızın okuyucularımıza faydalı olmasını dileriz. Saygılarımla,
Nevzat Erdağ, Ocak 2007