‘Allah'a vekâlet sorunu' sadece Allah hakkında yürütülen metafiziksel bir araştırma değildir. İnsanın konumunu ve onurunu da içeren teolojik bir zemindir. Düşünceler belli tasavvurlar üzerinden yürütülen faaliyetlerdir. Kelâm kitaplarındaki sıfat bahislerini, Allah tasavvurunu inşa çabaları olarak değerlendirmek mümkündür. Zira tarihte ve tabiatta olup bitenler Tanrı'nın karakterini/sünnetullahı gösteren semboller/ayetler/işaretlerdir. Burada peşinde olduğumuz şey Allah'ın zâtı değil, O'nun karakteridir.
Allah, peygamber ve insan tasavvurları birbirinden uzak alanlar değil, bilakis birbirine bağlı ve etki eden alanlardır. Dolayısıyla her üç tasavvuru çağrışımlarıyla birlikte ele alma zarureti bulunmaktadır. Müslüman kelâm geleneğinde bu bütünlük ihmal edildiğinden, müslümanın zihin dünyası anlamdan, hikmetten/maslahattan, tutarlılıktan uzak, garip bir dindarlık yapısına dönüşmüştür. Bozulma temel kavramlarda olduğundan düzeltmeye yine temel kavramlardan başlamak gerekmektedir. Din anlayışımız bize ait -Tanrı, peygamber, vekil, elçi, insan, kader, özgürlük, sorumluluk gibi- kavramlardan oluşturduğumuz anlam dünyasına dayanır. Dini alandaki bu temel kavramlar aynı zamanda teolojik, zihinsel, kültürel ve düşünsel kodlarımızı/referanslarımızı ele verirler.
Müslüman toplumlarda birey olma bilinci oldukça zayıftır. Bireyin öncelendiği bir din diline ihtiyaç vardır. Birey bilincinin zayıf olması sorumluluğun başka alanlara/aktörlere transfer edilmesinin ya da sorumluluktan kaçışların aracı yapılmıştır. Vekâlet, velayet ya da vesayet gibi kavramlarla adeta insanın muhataplığının ve sorumluluğunun ötelendiği ve bu tür savunma mekanizmalarının oluşturulduğu bir tür mazeret teolojisi üretilmiştir.
‘Allah'a vekâlet sorunu' sadece Allah hakkında yürütülen metafiziksel bir araştırma değildir. İnsanın konumunu ve onurunu da içeren teolojik bir zemindir. Düşünceler belli tasavvurlar üzerinden yürütülen faaliyetlerdir. Kelâm kitaplarındaki sıfat bahislerini, Allah tasavvurunu inşa çabaları olarak değerlendirmek mümkündür. Zira tarihte ve tabiatta olup bitenler Tanrı'nın karakterini/sünnetullahı gösteren semboller/ayetler/işaretlerdir. Burada peşinde olduğumuz şey Allah'ın zâtı değil, O'nun karakteridir.
Allah, peygamber ve insan tasavvurları birbirinden uzak alanlar değil, bilakis birbirine bağlı ve etki eden alanlardır. Dolayısıyla her üç tasavvuru çağrışımlarıyla birlikte ele alma zarureti bulunmaktadır. Müslüman kelâm geleneğinde bu bütünlük ihmal edildiğinden, müslümanın zihin dünyası anlamdan, hikmetten/maslahattan, tutarlılıktan uzak, garip bir dindarlık yapısına dönüşmüştür. Bozulma temel kavramlarda olduğundan düzeltmeye yine temel kavramlardan başlamak gerekmektedir. Din anlayışımız bize ait -Tanrı, peygamber, vekil, elçi, insan, kader, özgürlük, sorumluluk gibi- kavramlardan oluşturduğumuz anlam dünyasına dayanır. Dini alandaki bu temel kavramlar aynı zamanda teolojik, zihinsel, kültürel ve düşünsel kodlarımızı/referanslarımızı ele verirler.
Müslüman toplumlarda birey olma bilinci oldukça zayıftır. Bireyin öncelendiği bir din diline ihtiyaç vardır. Birey bilincinin zayıf olması sorumluluğun başka alanlara/aktörlere transfer edilmesinin ya da sorumluluktan kaçışların aracı yapılmıştır. Vekâlet, velayet ya da vesayet gibi kavramlarla adeta insanın muhataplığının ve sorumluluğunun ötelendiği ve bu tür savunma mekanizmalarının oluşturulduğu bir tür mazeret teolojisi üretilmiştir.