Modern insanın benlik saplantısı ile iktidarların, aslında kendi benliklerine hapsolmuş ve içe kapanmış bireyler üzerinde tatbik ettikleri politikalar bir ironiyi de gözler önüne serer: Bir yanda "ben kimim", ne istiyorum, neyi değerli ve önemli buluyorum, hayat benim için ne anlam ifade ediyor gibi daha çok kişisel arzu ve idealleri dile getiren bir kendini tanımlama ve keşfetme ihtiyacı, insanları, gene kendi benlikleri merkezinde daha çok yüzeysel psikolojik okumalara ve arayışlara yöneltirken, diğer yanda hayatın farklı alanlarına hükmeden egemen otoriteler, kimliklerin doğmasına yol açan aidiyet hissi etrafında inanç ve bağlılıkların, anlam ve değer dünyasına yönelik olguların nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir benlik anlatısı geliştirirler ve özellikle medya aracılığıyla bu söylemsel pratiklerin yaygınlık kazanmasına çalışırlar.
Kapitalist dünyaya özgü bu durumda, siyasi, ekonomik ve toplumsal gruplar var olmak için süreklilik arz eden bir gerilime ve çatışmaya ihtiyaç duyarlar; çünkü grup içi bağlılıkları, dayanışmayı ancak bu şekilde canlı tutabilirler. Böylece söylem siyasetlerinin ve algı yönetimlerinin pratikleri altında şaşkına dönen ve ezilen yığınlar yeniden kendi yalnızlıklarına dönerler ve bireysel anlam arayışı umutsuzca sürüp gider.
Kimlik siyaseti ve kimlik politikaları üzerindeki tartışmaların bu denli çok olması tamamen modernliğe özgüdür. Bu yüzden, sözde kapsayıcı ve kuşatıcı birer söylem iddiasıyla sunulan ve ayrıştırılan milli, dîni, siyasi, kültürel vb. kimliklerin, bireyin toplumsal, kamusal, kişisel alandaki taleplerini ve ihtiyaçlarını ne ölçüde karşıladığı büyük bir soru işaretidir. Ve bu minvalde kişisel benliğin sürekliliğinin, aynılığının, özdeşliğinin nasıl olduğu ve olması gerektiği ile aidiyetlerinin, bağlılıklarının nasıl ve ne şekilde sağlandığı ve bunlar üzerinde otorite kurma biçimleri etrafındaki tartışmalar hararetle devam etmektedir...
Homi Bhabha, Edward Said, Stuart Hall, Nancy Fraser, Craig Calhoun, Alberto Melucci, Bhikhu Parekh, Costas Douzinas, Kevin Robins ve diğer düşünürlerin bu sahadaki gözden kaçırılmayacak katkıları Türkçede ilk kez yankı bulmaktadır.
Modern insanın benlik saplantısı ile iktidarların, aslında kendi benliklerine hapsolmuş ve içe kapanmış bireyler üzerinde tatbik ettikleri politikalar bir ironiyi de gözler önüne serer: Bir yanda "ben kimim", ne istiyorum, neyi değerli ve önemli buluyorum, hayat benim için ne anlam ifade ediyor gibi daha çok kişisel arzu ve idealleri dile getiren bir kendini tanımlama ve keşfetme ihtiyacı, insanları, gene kendi benlikleri merkezinde daha çok yüzeysel psikolojik okumalara ve arayışlara yöneltirken, diğer yanda hayatın farklı alanlarına hükmeden egemen otoriteler, kimliklerin doğmasına yol açan aidiyet hissi etrafında inanç ve bağlılıkların, anlam ve değer dünyasına yönelik olguların nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir benlik anlatısı geliştirirler ve özellikle medya aracılığıyla bu söylemsel pratiklerin yaygınlık kazanmasına çalışırlar.
Kapitalist dünyaya özgü bu durumda, siyasi, ekonomik ve toplumsal gruplar var olmak için süreklilik arz eden bir gerilime ve çatışmaya ihtiyaç duyarlar; çünkü grup içi bağlılıkları, dayanışmayı ancak bu şekilde canlı tutabilirler. Böylece söylem siyasetlerinin ve algı yönetimlerinin pratikleri altında şaşkına dönen ve ezilen yığınlar yeniden kendi yalnızlıklarına dönerler ve bireysel anlam arayışı umutsuzca sürüp gider.
Kimlik siyaseti ve kimlik politikaları üzerindeki tartışmaların bu denli çok olması tamamen modernliğe özgüdür. Bu yüzden, sözde kapsayıcı ve kuşatıcı birer söylem iddiasıyla sunulan ve ayrıştırılan milli, dîni, siyasi, kültürel vb. kimliklerin, bireyin toplumsal, kamusal, kişisel alandaki taleplerini ve ihtiyaçlarını ne ölçüde karşıladığı büyük bir soru işaretidir. Ve bu minvalde kişisel benliğin sürekliliğinin, aynılığının, özdeşliğinin nasıl olduğu ve olması gerektiği ile aidiyetlerinin, bağlılıklarının nasıl ve ne şekilde sağlandığı ve bunlar üzerinde otorite kurma biçimleri etrafındaki tartışmalar hararetle devam etmektedir...
Homi Bhabha, Edward Said, Stuart Hall, Nancy Fraser, Craig Calhoun, Alberto Melucci, Bhikhu Parekh, Costas Douzinas, Kevin Robins ve diğer düşünürlerin bu sahadaki gözden kaçırılmayacak katkıları Türkçede ilk kez yankı bulmaktadır.