Sinema her daim ölmektedir. Hatta sinemanın yirminci yüzyıl boyunca defalarca “öldüğünü” söyleyecek kadar ileri gidebiliriz (tabii ki, her seferinde zümrüdüanka gibi küllerinden yeniden doğmuştur). Bu tarihsel mesafeden belli bir dönemde sinemanın “eli kulağındaki ölümü” olarak duyurulana baktığınızda görünen, bir krizden daha fazlası değildir. Üçüncü binyıla girerken sinema önceden yaşadığı sayısız “ölümlere” rağmen bazı insanlar için yine ölüm sürecine girmiştir. Oysa, sonlanan yüzyılın bize öğrettiği üzere sinema ölüm sürecine girdiği her seferinde sinema hakkındaki her şey ölmemiştir. Öyleyse ölümlerinin hiçbiri gerçek ölüm değildi: Mecra bir bütün olarak asla ölmedi; her ölümde sinemanın yalnızca bir parçası öldü. Dahası, söz konusu ölümlerin her birine bir yeniden başlangıç, bir yeni başlangıç eşlik etmişti.
Sinema her daim ölmektedir. Hatta sinemanın yirminci yüzyıl boyunca defalarca “öldüğünü” söyleyecek kadar ileri gidebiliriz (tabii ki, her seferinde zümrüdüanka gibi küllerinden yeniden doğmuştur). Bu tarihsel mesafeden belli bir dönemde sinemanın “eli kulağındaki ölümü” olarak duyurulana baktığınızda görünen, bir krizden daha fazlası değildir. Üçüncü binyıla girerken sinema önceden yaşadığı sayısız “ölümlere” rağmen bazı insanlar için yine ölüm sürecine girmiştir. Oysa, sonlanan yüzyılın bize öğrettiği üzere sinema ölüm sürecine girdiği her seferinde sinema hakkındaki her şey ölmemiştir. Öyleyse ölümlerinin hiçbiri gerçek ölüm değildi: Mecra bir bütün olarak asla ölmedi; her ölümde sinemanın yalnızca bir parçası öldü. Dahası, söz konusu ölümlerin her birine bir yeniden başlangıç, bir yeni başlangıç eşlik etmişti.