Duvarları taştan, sıvaları kısmen dökülmüş, her tarafı nem kokan ve duvarların bazı bölümlerinde sıvaların küflenerek kabardığı, lambaların küskün bir şekilde belli, belirsiz ışıttığı kocaman bir oda, tavanı oldukça yüksek bu binanın salon gibi kullanılan giriş kapısındaki kapı kolu oldukça eski ve paslanmış bir durumda. Belki de terli ve kirli ellerle açıldığı için aşınmış da olabilir. Ama bir gerçek var ki o da birçok elin bu kapı kolunda izleri vardı. Yılların yorgunluğu ile de bu hale gelmiş olabilir. Salonun tam orta yerinde varilden dönüştürülmüş kocaman bir soba ve etrafında kırık sandalyelere oturmuş birkaç müşterinin loş ışığın arasında siluetleri Karagöz, Hacivat perdesi gibi sobaya yaklaşan elleri, bazen kocaman, bazen küçülen kafaların gölgeleri sobadan sızan ışığa ve çok yüksekte yanan düşük amperli ampulden gelen ışıkla şekilleniyordu.
Kocaman salona hareket katan, ama ürpertici bir hava veren, kasvetli bir ortam gibi olan bu bina bir oteldi.
Kapıdan yavaşça içeri girdi. Siluet gibi görünen ve kocaman sobanın etrafındakilere doğru yürüdü. Korkuyordu. İlk defa ailesinden uzak, yardım alacağı kimseciklerin bulunmadığı bir yerdeydi. Tanımadığı bu insanlar neciydi? Neden böyle bir otele gelmişler? Yoksa onların da mı cep-lerinde az parası var? Suçlular mı? Hırsızlar mı? Terörist var mıdır içlerinde? Yoksa gariban köylü insanlar mı? Böyle bir yerde oturduklarına göre zengin olmayan insanlardır dedi, kendince. Yani içinden böyle düşündü. Cesare-tini toplaması gerekirdi. O da öyle yaptı. Siyah beton ze-mine bakarak yavaş adımlarla yürüdü. Yaklaştı ürkek ve alçak bir sesle:
- İyi akşamlar! Dedi. İçlerinden pala bıyıklı, kırlaşmış kafasına taktığı takkenin arasından kıvrılarak çıkan bukleli saçları ve kalın kaşları olan biri ayağa kalktı ve onu karşı-ladı. Kendinse yaklaşan ürperti dolu bu adama korkulu gözlerle baktı. Yüreği bir kuşun ürkekliği içinde atıyordu. Göğüs kafesi inip kalkıyordu. Derin derin bir iki nefes aldı. Kendine hâkim olmalıydı. Tehlikeli biri değildir her-halde, diye düşündü. Kollarında müthiş bir güçsüzlük his-setti. Elinde valizi düşecek gibi oldu. O da usulca olduğu yerde valizi yere bıraktı ve yaklaşan adamın vereceği yanı-ta kulak kesildi.
- İyi akşamlar yeğenim! Buyur! Ne istersin?
- Ben üniversite öğrencisiyim. Kalacak yerim yok, dedi. Siz otelin sahibi misiniz?
Duvarları taştan, sıvaları kısmen dökülmüş, her tarafı nem kokan ve duvarların bazı bölümlerinde sıvaların küflenerek kabardığı, lambaların küskün bir şekilde belli, belirsiz ışıttığı kocaman bir oda, tavanı oldukça yüksek bu binanın salon gibi kullanılan giriş kapısındaki kapı kolu oldukça eski ve paslanmış bir durumda. Belki de terli ve kirli ellerle açıldığı için aşınmış da olabilir. Ama bir gerçek var ki o da birçok elin bu kapı kolunda izleri vardı. Yılların yorgunluğu ile de bu hale gelmiş olabilir. Salonun tam orta yerinde varilden dönüştürülmüş kocaman bir soba ve etrafında kırık sandalyelere oturmuş birkaç müşterinin loş ışığın arasında siluetleri Karagöz, Hacivat perdesi gibi sobaya yaklaşan elleri, bazen kocaman, bazen küçülen kafaların gölgeleri sobadan sızan ışığa ve çok yüksekte yanan düşük amperli ampulden gelen ışıkla şekilleniyordu.
Kocaman salona hareket katan, ama ürpertici bir hava veren, kasvetli bir ortam gibi olan bu bina bir oteldi.
Kapıdan yavaşça içeri girdi. Siluet gibi görünen ve kocaman sobanın etrafındakilere doğru yürüdü. Korkuyordu. İlk defa ailesinden uzak, yardım alacağı kimseciklerin bulunmadığı bir yerdeydi. Tanımadığı bu insanlar neciydi? Neden böyle bir otele gelmişler? Yoksa onların da mı cep-lerinde az parası var? Suçlular mı? Hırsızlar mı? Terörist var mıdır içlerinde? Yoksa gariban köylü insanlar mı? Böyle bir yerde oturduklarına göre zengin olmayan insanlardır dedi, kendince. Yani içinden böyle düşündü. Cesare-tini toplaması gerekirdi. O da öyle yaptı. Siyah beton ze-mine bakarak yavaş adımlarla yürüdü. Yaklaştı ürkek ve alçak bir sesle:
- İyi akşamlar! Dedi. İçlerinden pala bıyıklı, kırlaşmış kafasına taktığı takkenin arasından kıvrılarak çıkan bukleli saçları ve kalın kaşları olan biri ayağa kalktı ve onu karşı-ladı. Kendinse yaklaşan ürperti dolu bu adama korkulu gözlerle baktı. Yüreği bir kuşun ürkekliği içinde atıyordu. Göğüs kafesi inip kalkıyordu. Derin derin bir iki nefes aldı. Kendine hâkim olmalıydı. Tehlikeli biri değildir her-halde, diye düşündü. Kollarında müthiş bir güçsüzlük his-setti. Elinde valizi düşecek gibi oldu. O da usulca olduğu yerde valizi yere bıraktı ve yaklaşan adamın vereceği yanı-ta kulak kesildi.
- İyi akşamlar yeğenim! Buyur! Ne istersin?
- Ben üniversite öğrencisiyim. Kalacak yerim yok, dedi. Siz otelin sahibi misiniz?