Çağımızın, bizi bütün yanlardan istila etmiş bulunan haz, tüketim, kendine ve evrene yabancılaşma, varoluş sıcaklığı ve yakıcılığının farkında olamama; global bir kimlik anaforu ve inşası içinde özgün kimlik yitimlerine uğrama ve yokoluş... gibi kasırgaları içinde, fert ve toplum olarak kesintisiz bir diriliş ve diriltiş (ihyâ) makamında olduğumuz gayet açıktır. Yeryüzünde yaşanılmış bütün hayat tecrübeleri ve görüntülerinden sonra, şu an itibariyle, bizi yüzyüze karşılamaya başlayan ‘kozmik trajedi'den kurtulabilmenin biricik seçeneği de, unutulmuş kadîm ve aşkın geleneğin yeniden bakış açılarımıza yerleşmesi; onun, hayatın sınırsız görüntüleri arasından, bir kez daha zihin ve pratik boyutumuza intikal etmesidir... İşte, bu çalışmayı, bütün gayretlerimizin bu derûni hedefine işaret etsin ve bizi böyle bir duyarlılık ve bilinç eşiğine yükseltsin; bu büyük bakış açısına vurucu bir gönderme olsun diye, Küllerinden Diriliş üst başlığıyla sunduk. Hatırlanacağı üzere, Ankâ' yada Sîmurg (Phénix), ölümsüzlüğü simgeleyen efsanevi bir kuş olup, kendi küllerinden yeniden dirilme gücüne sahip idi... Böyle bir başlık ile biz de, Müslüman zihniyetin yeni bir dirilişe; geçmişe intikal etmiş o muhteşem inanç, bilim, kültür ve medeniyet küllerinden yeni bir hayat kıvılcımı elde etmeye olan gereksinimine vurgu yapabilmeyi ümit ettik... Bir başka ifadeyle Küllerden Diriliş başlığı bize, bir yandan, bilinçli bir reddedişle unutuluş külleri altına gömülmüş olan ilahî ve insanî paradigmayı, bu kritik zaman boyutunda, tarihe bir kez daha etkin bir müdahil konumuna getirme gerekliliğini hatırlatırken, diğer yandan da, ilahî ve kadîm İslâmî geleneğin küllerini eşeleyerek, ondaki bitmez hayat ısısı ve korlarını yeniden canlandırma ödevinin bizim omuzlarımızda olduğuna vurgu yapar... Medeniyetimizin tarihsel mirasıyla kuru kuruya övünmeyi bir kenara bırakıp, tarihin yeni yüzleri ve gereklilikleri karşısında onu yeniden üretme, onu; ölmeye yüz tutmuş çağdaş medeniyetin anlayışının yerine ikame edebilme ödevi... Ve de, "Jaurès'in ifadesiyle, sadık kalmanın, ataların ocağından külü değil, alevi taşımak olduğunu ve bir nehrin ancak denize doğru giderek kaynağına sadık kaldığını..." hiç aklımızdan çıkarmama gerekliliğini...
Çağımızın, bizi bütün yanlardan istila etmiş bulunan haz, tüketim, kendine ve evrene yabancılaşma, varoluş sıcaklığı ve yakıcılığının farkında olamama; global bir kimlik anaforu ve inşası içinde özgün kimlik yitimlerine uğrama ve yokoluş... gibi kasırgaları içinde, fert ve toplum olarak kesintisiz bir diriliş ve diriltiş (ihyâ) makamında olduğumuz gayet açıktır. Yeryüzünde yaşanılmış bütün hayat tecrübeleri ve görüntülerinden sonra, şu an itibariyle, bizi yüzyüze karşılamaya başlayan ‘kozmik trajedi'den kurtulabilmenin biricik seçeneği de, unutulmuş kadîm ve aşkın geleneğin yeniden bakış açılarımıza yerleşmesi; onun, hayatın sınırsız görüntüleri arasından, bir kez daha zihin ve pratik boyutumuza intikal etmesidir... İşte, bu çalışmayı, bütün gayretlerimizin bu derûni hedefine işaret etsin ve bizi böyle bir duyarlılık ve bilinç eşiğine yükseltsin; bu büyük bakış açısına vurucu bir gönderme olsun diye, Küllerinden Diriliş üst başlığıyla sunduk. Hatırlanacağı üzere, Ankâ' yada Sîmurg (Phénix), ölümsüzlüğü simgeleyen efsanevi bir kuş olup, kendi küllerinden yeniden dirilme gücüne sahip idi... Böyle bir başlık ile biz de, Müslüman zihniyetin yeni bir dirilişe; geçmişe intikal etmiş o muhteşem inanç, bilim, kültür ve medeniyet küllerinden yeni bir hayat kıvılcımı elde etmeye olan gereksinimine vurgu yapabilmeyi ümit ettik... Bir başka ifadeyle Küllerden Diriliş başlığı bize, bir yandan, bilinçli bir reddedişle unutuluş külleri altına gömülmüş olan ilahî ve insanî paradigmayı, bu kritik zaman boyutunda, tarihe bir kez daha etkin bir müdahil konumuna getirme gerekliliğini hatırlatırken, diğer yandan da, ilahî ve kadîm İslâmî geleneğin küllerini eşeleyerek, ondaki bitmez hayat ısısı ve korlarını yeniden canlandırma ödevinin bizim omuzlarımızda olduğuna vurgu yapar... Medeniyetimizin tarihsel mirasıyla kuru kuruya övünmeyi bir kenara bırakıp, tarihin yeni yüzleri ve gereklilikleri karşısında onu yeniden üretme, onu; ölmeye yüz tutmuş çağdaş medeniyetin anlayışının yerine ikame edebilme ödevi... Ve de, "Jaurès'in ifadesiyle, sadık kalmanın, ataların ocağından külü değil, alevi taşımak olduğunu ve bir nehrin ancak denize doğru giderek kaynağına sadık kaldığını..." hiç aklımızdan çıkarmama gerekliliğini...