Lawrence Durrell, yüzyılımızın yazının her türünde eser vermiş üretken yazarlarının başında gelir. Olgunluk dönemi eserleri olarak nitelendirilen İskenderiye Dörtlüsü Afrodit'in Başkaldırısı ve Avignon Beşlisi adlı eserlerinde söz konusu konuları özellikle yirminci yüzyılda ortaya çıkan bilimsel gelişmelere dayanarak açıklamaya çalışır. Bunlardan biri mekan olgusuna verdiği önem diğeri ise aşkın modern zamanlardaki görünümü ve algılanma biçimi, sanatın ve sanatçının, rolü, savaş ve din gibi konuları çağın ruhuna uygun bir biçimde ele almasıdır. Bu ve buna benzer konuları yaşadığı dönemle önceki dönemlerde algılanış biçimini karşılaştırırken bu iki çağ arasındaki devasa farkları ortaya koyar. Bu eserlerinin merkezine yerleştirdiği gerçeklik arayışının karşıtlarda bulmaya çalışır; Örneğin İngiltere'den uzaklaşıp Tibet dağlarında huzur arar, Hıristiyanlıktan kaçıp soluğu Uzakdoğu felsefesinde alır; baba-erkek egemen bir toplum anlayışına karşı kadın-merkezli bir dünya anlayışı, Batılı düşüncesine karşı Doğulu felsefeyi İngiltere'ye karşı Hindistan'ı akılcılığa karşı mistisizmi ve Hıristiyanlığa karşı Taoizmi öne çıkarır ve böylece zıt kutuplar arasında gelgitler yaşar.
Bir Batılı ve oryantalist olarak Durrell'ın eserlerinde ele aldığı ve bizi öncelikle ve özellikle ilgilendiren konu Türklerle ilgili algısı ve düşünceleridir. Durrell, Türkleri her şeyden önce, fiziksel, cinsel ve zihinsel açıdan aşağı bir ırk olarak ve ötekileştirir. Ayrıca Türkleri cinselliğin sapkın halleri üzerinden tanımlar. Durrell'a göre Türklerin sahip olduğu bütün bu olumsuz niteliklerin yakın bir gelecekte değişmesinin de yolu yoktur. Zira bunlar genetik özelliklerdir ve değişme olasılıkları da bulunmamaktadır. Ona göre Türkler, sosyal yaşamda dinin kuşattığı bir kısır döngü içerisine sıkışıp kalmış, genlerinde bulunan tembellikle de pasif durumda olan, adeta hareketsiz kalmış bir ırka mensup insanlardır. Durrell'in yüzeysel olmaktan öteye gidemeyen ve toplumun dinle, yaşam tarzı ve tarihiyle ve diğer ana kavramlarla doğrudan ve dolaylı ilgisini sorgulamadan, yalnızca basit gözlemlerle çoğu kez temelsiz iddia düzeyinde kalan ve genellemelerle sonuçlanan yorumları hakaret içeren öğelerle doludur. Örneklerin tüm topluma mal edildiği olumsuz genellemelere gidilmesinde sakınca görülmediği hemen fark edilir.
Lawrence Durrell, yüzyılımızın yazının her türünde eser vermiş üretken yazarlarının başında gelir. Olgunluk dönemi eserleri olarak nitelendirilen İskenderiye Dörtlüsü Afrodit'in Başkaldırısı ve Avignon Beşlisi adlı eserlerinde söz konusu konuları özellikle yirminci yüzyılda ortaya çıkan bilimsel gelişmelere dayanarak açıklamaya çalışır. Bunlardan biri mekan olgusuna verdiği önem diğeri ise aşkın modern zamanlardaki görünümü ve algılanma biçimi, sanatın ve sanatçının, rolü, savaş ve din gibi konuları çağın ruhuna uygun bir biçimde ele almasıdır. Bu ve buna benzer konuları yaşadığı dönemle önceki dönemlerde algılanış biçimini karşılaştırırken bu iki çağ arasındaki devasa farkları ortaya koyar. Bu eserlerinin merkezine yerleştirdiği gerçeklik arayışının karşıtlarda bulmaya çalışır; Örneğin İngiltere'den uzaklaşıp Tibet dağlarında huzur arar, Hıristiyanlıktan kaçıp soluğu Uzakdoğu felsefesinde alır; baba-erkek egemen bir toplum anlayışına karşı kadın-merkezli bir dünya anlayışı, Batılı düşüncesine karşı Doğulu felsefeyi İngiltere'ye karşı Hindistan'ı akılcılığa karşı mistisizmi ve Hıristiyanlığa karşı Taoizmi öne çıkarır ve böylece zıt kutuplar arasında gelgitler yaşar.
Bir Batılı ve oryantalist olarak Durrell'ın eserlerinde ele aldığı ve bizi öncelikle ve özellikle ilgilendiren konu Türklerle ilgili algısı ve düşünceleridir. Durrell, Türkleri her şeyden önce, fiziksel, cinsel ve zihinsel açıdan aşağı bir ırk olarak ve ötekileştirir. Ayrıca Türkleri cinselliğin sapkın halleri üzerinden tanımlar. Durrell'a göre Türklerin sahip olduğu bütün bu olumsuz niteliklerin yakın bir gelecekte değişmesinin de yolu yoktur. Zira bunlar genetik özelliklerdir ve değişme olasılıkları da bulunmamaktadır. Ona göre Türkler, sosyal yaşamda dinin kuşattığı bir kısır döngü içerisine sıkışıp kalmış, genlerinde bulunan tembellikle de pasif durumda olan, adeta hareketsiz kalmış bir ırka mensup insanlardır. Durrell'in yüzeysel olmaktan öteye gidemeyen ve toplumun dinle, yaşam tarzı ve tarihiyle ve diğer ana kavramlarla doğrudan ve dolaylı ilgisini sorgulamadan, yalnızca basit gözlemlerle çoğu kez temelsiz iddia düzeyinde kalan ve genellemelerle sonuçlanan yorumları hakaret içeren öğelerle doludur. Örneklerin tüm topluma mal edildiği olumsuz genellemelere gidilmesinde sakınca görülmediği hemen fark edilir.