Jack London, bir kez daha “karanlığın yüreğine” yolluyor bizi. Bu kez, Conrad'ın romanında olduğu gibi Kongo'da değil, sömürgeciliğin istasyonlarından biri olan Pasifik'tekiSolomon Adaları'ndayız. Sıcak, nemli bircehennem “setinde,” dizanteri ile tifonun kolkola ölüm dansı yaptığı, insan yiyen vahşi yerlilerin yırtıcı hayvanlardan hiçbir farkıolmadığı bu ürkütücü coğrafyada, popülermacera roman türünün tipik motiflerini vegerilimlerini buluyoruz. London'ın “felsefisorunu” olan doğa-insan mücadelesi buradada alt metin olarak var. Üstelik bu mücadelede kadın, hem doğanın bir parçası hem desosyal alana hâkim olan bir örgütleyici olarak erkeğin önüne geçiyor.
Jack London, bir kez daha “karanlığın yüreğine” yolluyor bizi. Bu kez, Conrad'ın romanında olduğu gibi Kongo'da değil, sömürgeciliğin istasyonlarından biri olan Pasifik'tekiSolomon Adaları'ndayız. Sıcak, nemli bircehennem “setinde,” dizanteri ile tifonun kolkola ölüm dansı yaptığı, insan yiyen vahşi yerlilerin yırtıcı hayvanlardan hiçbir farkıolmadığı bu ürkütücü coğrafyada, popülermacera roman türünün tipik motiflerini vegerilimlerini buluyoruz. London'ın “felsefisorunu” olan doğa-insan mücadelesi buradada alt metin olarak var. Üstelik bu mücadelede kadın, hem doğanın bir parçası hem desosyal alana hâkim olan bir örgütleyici olarak erkeğin önüne geçiyor.