İslâm halîfeleri en büyük âlimleri, san'atkârları dünyânın her tarafından saraylarına celbederlerdi. Bi'l-hâssa “El-Me'mûn” zamânında ulemâ vatanın en kıymetdâr bir sermâyesi, bâ'is-i iftihârı olmuşdu. Bağdad'da, Endülüs'de halîfeler sık sık ulemâyı ziyâret eder ve ellerini öperlerdi. Hulâsa, ilm ü fenn, san'at ve edebiyât i'tibârıyla Arapların kat' etdiği mesâfe-i irfân cidden pek büyükdür. Dokuzuncu ve onuncu asırlarda medeniyet-i İslâmiyye en yüksek bir dereceye vâsıl olmuş iken, Avrupa'da zâdegân okuma yazma bilmemekle iftihâr ederlerdi. İslâmiyetin terakkî muhibbi, medeniyet hâmisi bir dîn olduğunu garbın munsıf muharrirleri de tasdîk etmekdedir. İslâm medeniyetini iyiden iyiye tetebbu' etmiş olan hakîm-i şehr (Gustave Le Bon): “Kur'an-ı Kerîm'in efkâr-ı hürriyetet-perverâneyi [hürriyet-perverâneyi] câmi' olduğunu ve İslâmiyetin keşfiyât-ı ilmiye ile kâbil-i te'lîf-i edyânın birincisi bulunduğunu” söylüyor.
İslâm halîfeleri en büyük âlimleri, san'atkârları dünyânın her tarafından saraylarına celbederlerdi. Bi'l-hâssa “El-Me'mûn” zamânında ulemâ vatanın en kıymetdâr bir sermâyesi, bâ'is-i iftihârı olmuşdu. Bağdad'da, Endülüs'de halîfeler sık sık ulemâyı ziyâret eder ve ellerini öperlerdi. Hulâsa, ilm ü fenn, san'at ve edebiyât i'tibârıyla Arapların kat' etdiği mesâfe-i irfân cidden pek büyükdür. Dokuzuncu ve onuncu asırlarda medeniyet-i İslâmiyye en yüksek bir dereceye vâsıl olmuş iken, Avrupa'da zâdegân okuma yazma bilmemekle iftihâr ederlerdi. İslâmiyetin terakkî muhibbi, medeniyet hâmisi bir dîn olduğunu garbın munsıf muharrirleri de tasdîk etmekdedir. İslâm medeniyetini iyiden iyiye tetebbu' etmiş olan hakîm-i şehr (Gustave Le Bon): “Kur'an-ı Kerîm'in efkâr-ı hürriyetet-perverâneyi [hürriyet-perverâneyi] câmi' olduğunu ve İslâmiyetin keşfiyât-ı ilmiye ile kâbil-i te'lîf-i edyânın birincisi bulunduğunu” söylüyor.