Dünyanın anlamının dünyadan başka yerde olmadığını, savaşın her şeyin babası ve kralı olduğunu, kimilerini tanrı, kimilerini insan yaptığını savunan Herakleitos haklı mıydı? Yoksa, insanın dünyadan başka yurdu olmadığını, kendisine sunulan yaşamı en mutlu biçimde değerlendirebilmesi için, onun insanlarla dayanışma ve yardımlaşma içinde yaşamaktan başka yolu olmadığını anlatmaya çalışarak “sevgi çağrısı” yapan Spinoza mı haklı? Ya da, peygamberin söylediği gibi “bu dünyada garip bir yolcu” olmak mıdır yazgımız?
…
Savaş acısını ve barış özlemini yıllarca en yoğun biçimde yaşayan bir kuşağın şairleri olarak, günümüz İran şiirinin temsilcilerinin belleklerinde ve yüreklerinde neler yitip gitmiş, neler olup bitmiş? Yaşama sevincinden mi, yaşamın acısından mı, belli olmayan gözyaşlarıyla neler söylenmiş? Sayfalar ilerledikçe, her zaman yaşamın yanında yer almış İran halklarının sözcüsü olan şairlerimizin dizeleri ile, biz de arada bir gülümseyip, arada bir hüzünlenip, dünyayı “kardeş olarak” yaşama umudumuzu hep canlı tutacak mıyız?
Ey hayat! Bir zakkum tohumunun, bir incir çekirdeğinin, kupkuru bir taş çatlağından “can havliyle” fışkırdığı yaşam!
Ey garip kişi! Sen, hem buna tanıksın hem yıldızlara, göklere, tüm evrene…
Senin can-dostun olan insanın her acısı, her sıkıntısı, her sevinci, senin de acın, sıkıntın, sevincin, değil midir?
Mutluluğu hayatta hep ötelemek, dahası hayatın da ötesine itelemek akıl işi mi, gönül işi mi? Yoksa, göksel kilisenin baş papazı Platon'un söylediği gibi; “Bu hayat bir mecaz, ötesi mi hakikattir?” Güneş altında terleyen alnımızı idealler mi serinletir? Yoksa dağ meltemleri mi? Sevgilinin yüzünden mi yansır sevincimiz, yoksa gökyüzünden mi?
Dünyanın anlamının dünyadan başka yerde olmadığını, savaşın her şeyin babası ve kralı olduğunu, kimilerini tanrı, kimilerini insan yaptığını savunan Herakleitos haklı mıydı? Yoksa, insanın dünyadan başka yurdu olmadığını, kendisine sunulan yaşamı en mutlu biçimde değerlendirebilmesi için, onun insanlarla dayanışma ve yardımlaşma içinde yaşamaktan başka yolu olmadığını anlatmaya çalışarak “sevgi çağrısı” yapan Spinoza mı haklı? Ya da, peygamberin söylediği gibi “bu dünyada garip bir yolcu” olmak mıdır yazgımız?
…
Savaş acısını ve barış özlemini yıllarca en yoğun biçimde yaşayan bir kuşağın şairleri olarak, günümüz İran şiirinin temsilcilerinin belleklerinde ve yüreklerinde neler yitip gitmiş, neler olup bitmiş? Yaşama sevincinden mi, yaşamın acısından mı, belli olmayan gözyaşlarıyla neler söylenmiş? Sayfalar ilerledikçe, her zaman yaşamın yanında yer almış İran halklarının sözcüsü olan şairlerimizin dizeleri ile, biz de arada bir gülümseyip, arada bir hüzünlenip, dünyayı “kardeş olarak” yaşama umudumuzu hep canlı tutacak mıyız?
Ey hayat! Bir zakkum tohumunun, bir incir çekirdeğinin, kupkuru bir taş çatlağından “can havliyle” fışkırdığı yaşam!
Ey garip kişi! Sen, hem buna tanıksın hem yıldızlara, göklere, tüm evrene…
Senin can-dostun olan insanın her acısı, her sıkıntısı, her sevinci, senin de acın, sıkıntın, sevincin, değil midir?
Mutluluğu hayatta hep ötelemek, dahası hayatın da ötesine itelemek akıl işi mi, gönül işi mi? Yoksa, göksel kilisenin baş papazı Platon'un söylediği gibi; “Bu hayat bir mecaz, ötesi mi hakikattir?” Güneş altında terleyen alnımızı idealler mi serinletir? Yoksa dağ meltemleri mi? Sevgilinin yüzünden mi yansır sevincimiz, yoksa gökyüzünden mi?