"Anadolu'daki insan mekân ilişkisinin kendine özgü bir ruhu olduğunu düşünürüm. Bu ilişkiyi farklı kılan, her birimizin kendi oluş macerası olduğu gibi, buraya özgü hatıraların, sevinçlerin, hüzünlerin hulasası olsa gerek. Zaten “bizi biz yapan” diye başlayan zamanla içi boşaltılan her ne ise, o, “acı ve sevinçlerin ortak paydası” değil midir? Zaferler kadar bozgunlar, buraya özgü biricikliğimiz kadar iç içe geçen çeşitliliğimiz...
Müslüman Anadolu insanı buranın birikimini harmanlayıp, var olanı yok etmeden onunla birlikte ve onun içinde yeni bir medeniyet geliştirirken başka bir paradigma da üretti. Muhtemelen tüm İslâm coğrafyasında buna benzer hal farklı şekillerde tezahür etti. İslâm şehri kurulurken mekânla, coğrafyayla, farklı ve tamamen kendine özgü bir ilişki geliştirdi. Bu paradigmaya dayanarak mekânı paranteze alan bir insan-mekân ilişkisi geliştirdi. Şehirlerimize anlam katan, mekândan bağımsız solukladığımız ve her seferinde bize ilk kez hissi veren espri; mekânı paranteze alan derin sezgi ve idrak olsa gerek. Fiziksel yapısının ötesinde, geri planda, “her şey yerli yerinde” hissi veren, abartı, güç gösterisinden kaçan âlem tasavvuruyla birlikte düşünmeden bunu idrak etmek imkânsız geliyor bana...
Anadolu'nun, Balkanlar'ın pek çok yerinde yatır, türbe, makam türünden kimi efsanevi, kimi gerçek o beldeyi Müslümanlaştıran “işaret taşlarına” bolca rastlanır. Bunlar, bir kısmı belli bir gerçekliğe tekabül etse bile halkın muhayyilesinde adeta kutsanarak, efsaneleştirilerek o mekânla metafizik bağ kurmayı mümkün kılan tapulardır. Bilincinin derinliklerinde bu masalsı tarih anlatısı, halkın buralardaki aidiyetinin, kimliğinin önemli bir paçasını oluşturur.
...Bütün sahteliği, abartısı, gösterişçiliğiyle tarihi duyumsama peşindeki insanımızı aptallaştıran turizmin iğvasına karşı, mekânı paranteze alan ruhun esintisini hissettiremezsek bu topraklarda ruhen ve fiziken mülteci olmaya mahkûm oluruz.
"Anadolu'daki insan mekân ilişkisinin kendine özgü bir ruhu olduğunu düşünürüm. Bu ilişkiyi farklı kılan, her birimizin kendi oluş macerası olduğu gibi, buraya özgü hatıraların, sevinçlerin, hüzünlerin hulasası olsa gerek. Zaten “bizi biz yapan” diye başlayan zamanla içi boşaltılan her ne ise, o, “acı ve sevinçlerin ortak paydası” değil midir? Zaferler kadar bozgunlar, buraya özgü biricikliğimiz kadar iç içe geçen çeşitliliğimiz...
Müslüman Anadolu insanı buranın birikimini harmanlayıp, var olanı yok etmeden onunla birlikte ve onun içinde yeni bir medeniyet geliştirirken başka bir paradigma da üretti. Muhtemelen tüm İslâm coğrafyasında buna benzer hal farklı şekillerde tezahür etti. İslâm şehri kurulurken mekânla, coğrafyayla, farklı ve tamamen kendine özgü bir ilişki geliştirdi. Bu paradigmaya dayanarak mekânı paranteze alan bir insan-mekân ilişkisi geliştirdi. Şehirlerimize anlam katan, mekândan bağımsız solukladığımız ve her seferinde bize ilk kez hissi veren espri; mekânı paranteze alan derin sezgi ve idrak olsa gerek. Fiziksel yapısının ötesinde, geri planda, “her şey yerli yerinde” hissi veren, abartı, güç gösterisinden kaçan âlem tasavvuruyla birlikte düşünmeden bunu idrak etmek imkânsız geliyor bana...
Anadolu'nun, Balkanlar'ın pek çok yerinde yatır, türbe, makam türünden kimi efsanevi, kimi gerçek o beldeyi Müslümanlaştıran “işaret taşlarına” bolca rastlanır. Bunlar, bir kısmı belli bir gerçekliğe tekabül etse bile halkın muhayyilesinde adeta kutsanarak, efsaneleştirilerek o mekânla metafizik bağ kurmayı mümkün kılan tapulardır. Bilincinin derinliklerinde bu masalsı tarih anlatısı, halkın buralardaki aidiyetinin, kimliğinin önemli bir paçasını oluşturur.
...Bütün sahteliği, abartısı, gösterişçiliğiyle tarihi duyumsama peşindeki insanımızı aptallaştıran turizmin iğvasına karşı, mekânı paranteze alan ruhun esintisini hissettiremezsek bu topraklarda ruhen ve fiziken mülteci olmaya mahkûm oluruz.