Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Menakıb-ı Hünerveran'ı, hat ve kitap sanatçılarına yazılmış bir destan. Medeniyetimizin güzel sanatlar alanına ilişkin başyapıtlardan biri. Arap, Fars ve Türk yazı sanatçılarının, büyük millet bütünü içerisinde, adeta yarışırcasına ortaya koyduğu eserler, kardeş ruhların sonsuzlukla kurdukları mutlu birlikteliğin açılımları olarak günümüze kadar geldi. Yüksek bir sanat algısının ve donanımlı bir kültürel birikimin örnekleri olan bu eserler, güzele duyulan özlem ve hayranlığın ifadesi olarak medeniyet binamızın yapı taşları oldular. Âlî bütün bunları, sevgi, hayranlık ve coşkuyla anlatıyor. O, adeta sanata ve sanatçıya duyduğu azim saygıyı, eserden ruhuna dokuna dokuna gelen sanat ve güzellik özünü büyük bir tutkuyla dile getiriyor. Bu dile gelişe yazı sanatçılarının hikâyeleri, dönemin verimli toprağı da dahil edilerek hem estetik, hem tarih hem de sanat sosyolojisi ortaya koyuyor. Belli ki Âlî, sanat özüne sahip bir yorumcu olarak kendinden memnun, ölçütlerinden ve zevkinden, sanat duyuşundan emin biri olarak sanatın mümbit toprağını ve orada yetişen eşsiz yapıtları büyük bir sevgiyle kucaklıyor. Tutkusu güzeli bilmek, anlamak, onu bütün unsurlarıyla ruhunda hissetmek olan bu güvenilir yorumcu, kültürün ve medeniyetin kurucu ögesi olan sanatı ilkbaharın diriltici metafiziği gibi ümitvar, masmavi parlak gökyüzü gibi aydınlık bir gönülle, bol yıldızlı gece gibi gizemle karşılıyor. Ve sanatın ölümsüz şarkısına kendisi de eşlik ederek terennüm etmekten keyif alıyor. Eser, kültürümüze sadakatle hizmet etmiş Dr. Müjgan Cunbur'un çalışmasıyla günışığına çıkıyor. Eserin sonunda, metinde söz edilen hüsn-î hat ve tezyinî sanatlara ilişkin, bazıları ilk defa yayımlanan örneklerin yer aldığı bölümü ise genç hat sanatçılarından Mustafa Cemil Efe hazırladı.
Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Menakıb-ı Hünerveran'ı, hat ve kitap sanatçılarına yazılmış bir destan. Medeniyetimizin güzel sanatlar alanına ilişkin başyapıtlardan biri. Arap, Fars ve Türk yazı sanatçılarının, büyük millet bütünü içerisinde, adeta yarışırcasına ortaya koyduğu eserler, kardeş ruhların sonsuzlukla kurdukları mutlu birlikteliğin açılımları olarak günümüze kadar geldi. Yüksek bir sanat algısının ve donanımlı bir kültürel birikimin örnekleri olan bu eserler, güzele duyulan özlem ve hayranlığın ifadesi olarak medeniyet binamızın yapı taşları oldular. Âlî bütün bunları, sevgi, hayranlık ve coşkuyla anlatıyor. O, adeta sanata ve sanatçıya duyduğu azim saygıyı, eserden ruhuna dokuna dokuna gelen sanat ve güzellik özünü büyük bir tutkuyla dile getiriyor. Bu dile gelişe yazı sanatçılarının hikâyeleri, dönemin verimli toprağı da dahil edilerek hem estetik, hem tarih hem de sanat sosyolojisi ortaya koyuyor. Belli ki Âlî, sanat özüne sahip bir yorumcu olarak kendinden memnun, ölçütlerinden ve zevkinden, sanat duyuşundan emin biri olarak sanatın mümbit toprağını ve orada yetişen eşsiz yapıtları büyük bir sevgiyle kucaklıyor. Tutkusu güzeli bilmek, anlamak, onu bütün unsurlarıyla ruhunda hissetmek olan bu güvenilir yorumcu, kültürün ve medeniyetin kurucu ögesi olan sanatı ilkbaharın diriltici metafiziği gibi ümitvar, masmavi parlak gökyüzü gibi aydınlık bir gönülle, bol yıldızlı gece gibi gizemle karşılıyor. Ve sanatın ölümsüz şarkısına kendisi de eşlik ederek terennüm etmekten keyif alıyor. Eser, kültürümüze sadakatle hizmet etmiş Dr. Müjgan Cunbur'un çalışmasıyla günışığına çıkıyor. Eserin sonunda, metinde söz edilen hüsn-î hat ve tezyinî sanatlara ilişkin, bazıları ilk defa yayımlanan örneklerin yer aldığı bölümü ise genç hat sanatçılarından Mustafa Cemil Efe hazırladı.