Klasik toplum sözleşmesi kuramları, 1688'de İngiltere'de “İngiliz Devrimi”, 1789'da Fransa'da “Fransız Devrimi” ile sonuçlanan 17 ve 18. yüzyıl Avrupası'ndaki siyasal sorunların, iktidar mücadelelerinin, uzun süren yıkıcı iç savaş ve çatışmaların, hükümdarların yönettikleri halka çeşitli gerekçelerle uyguladığı baskı ve şiddet uygulamalarının yaygınlaştığı bir ortamda, Thomas Hobbes, John Locke ve Jean Jacques Rousseau tarafından ortaya atılmış olan, özü itibariyle de “meşru” devleti açıklamayı amaçlayan kuramlardır.
“Modern” siyasal düşüncenin bir parçası olmaları sebebiyle meşruiyetin kaynağı olarak insan aklını gören ve “meşru” devletin ancak insan aklının bir ürünü olarak yapılan “toplum sözleşmesi” ile ortaya çıkabileceğini öne süren bu kuramlar, devletin ortaya çıkışını tarihsel bir süreç içinde anlatıyor görünseler de, örneğin, Oppenheimer'ın kuramı gibi devletin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışan “tarihsel” değil, devletin “meşru” bir otorite olarak kabul edilmesi için hangi süreç ve aşamalardan geçmesi gerektiğini veya geçmiş olabileceğini ileri süren “kurgusal” kuramlardır.
Günümüzdeki siyasal tartışmalarda özellikle anayasalarla ilgili meşruiyet tartışmalarının yoğunlaştığı dönemlerde toplum sözleşmesi kuramlarının daha sık hatırlandığı ve bu kuramlara daha çok müracaat edildiği göz önüne alınırsa toplum sözleşmesi kavramının ve kuramlarının önemini ve canlılığını her zaman koruyacağını ileri sürmek, abartı olmayacaktır.
Klasik toplum sözleşmesi kuramları, 1688'de İngiltere'de “İngiliz Devrimi”, 1789'da Fransa'da “Fransız Devrimi” ile sonuçlanan 17 ve 18. yüzyıl Avrupası'ndaki siyasal sorunların, iktidar mücadelelerinin, uzun süren yıkıcı iç savaş ve çatışmaların, hükümdarların yönettikleri halka çeşitli gerekçelerle uyguladığı baskı ve şiddet uygulamalarının yaygınlaştığı bir ortamda, Thomas Hobbes, John Locke ve Jean Jacques Rousseau tarafından ortaya atılmış olan, özü itibariyle de “meşru” devleti açıklamayı amaçlayan kuramlardır.
“Modern” siyasal düşüncenin bir parçası olmaları sebebiyle meşruiyetin kaynağı olarak insan aklını gören ve “meşru” devletin ancak insan aklının bir ürünü olarak yapılan “toplum sözleşmesi” ile ortaya çıkabileceğini öne süren bu kuramlar, devletin ortaya çıkışını tarihsel bir süreç içinde anlatıyor görünseler de, örneğin, Oppenheimer'ın kuramı gibi devletin nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışan “tarihsel” değil, devletin “meşru” bir otorite olarak kabul edilmesi için hangi süreç ve aşamalardan geçmesi gerektiğini veya geçmiş olabileceğini ileri süren “kurgusal” kuramlardır.
Günümüzdeki siyasal tartışmalarda özellikle anayasalarla ilgili meşruiyet tartışmalarının yoğunlaştığı dönemlerde toplum sözleşmesi kuramlarının daha sık hatırlandığı ve bu kuramlara daha çok müracaat edildiği göz önüne alınırsa toplum sözleşmesi kavramının ve kuramlarının önemini ve canlılığını her zaman koruyacağını ileri sürmek, abartı olmayacaktır.