....Türkiye'nin kırsal ve taşra bölgelerinde hakim dinsel örgütlenmeler ve dinsel ibadet merasimleri Nakşibendi tarikatı etrafında biçimlenmekteydi. Doğduğum kent Bayburt'ta ise... Saat Kulesi Meydanı olarak bilinen ana meydan çevresindeki küçük dükkanlara sohbet etmek için gelenlerin elinde Nursi'nin “kırmızı kitapları”nı görürdünüz. İnsanlar Nursi'nin kitaplarını açar, okur, yorumlar tartışırdı... İslamın bu versiyonunun ve Nursi'nin eklektik öğretisinin kasabalılar için bir tür günlük hayat felsefesi işlevlerini gördüğünü anladım. Merakım hiç bitmedi ve daima şunu bilmek istedim: Türkiyeli Müslümanlar bu ortak dinsel ve kültürel dili benimsiyor olsaydı, sosyal, ahlaki ve siyasal meselelerle anlamlı bir biçimde meşgul olup tartışabilirler miydi?... Tipik alt - orta sınıfa mensup bu taşralı vatandaşlar, dinsel geleneklere bağlılıklarını, çoğu kez ideolojik bir karşı tezi temsil eden çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ve onun siyasal ve askeri liderlerine sadakat ve bağlılıkla nasıl uzlaştırmaktaydı?... Bu kitap “öteki Türkiye'nin hikayesi ve benim on yıl boyunca çağdaş Türk İslamının siyasal ve sosyal alanlarda yeniden canlanması, Kemalizmin başarısızlığı değil, aksine Kemalist projenin oluşumunda önemli, ancak idari olmayan bir rol oynadığı yeni fırsat alanlarının bir sonucudur...
Türk İslami sosyal ve siyasal hareketleri, devlet ve toplum arasındaki sınırları yeniden çizerek ve kendi entelektüel ve moral şartlarını oluşturarak sivil toplumu güçlendirmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken, var olan laik devleti kaçınılmaz olarak ortadan kaldırmak gibi bir amaç gütmekten çok, çabalamaktadırlar... Dolayısıyla, Türkiye'deki tartışma, İslami yönetimi yeniden hakim kılmaya ya da İslam hukukunu empoze etmeye ilişkin değil, kamusal alanda, çoğu Batı toplumlarının yabancısı olmadığı bir dille, yeni alanlar oluşturmaya, yeni kimlikler teşkil etmeye ve sesleri çeşitlendirmeye ilişkindir.”
....Türkiye'nin kırsal ve taşra bölgelerinde hakim dinsel örgütlenmeler ve dinsel ibadet merasimleri Nakşibendi tarikatı etrafında biçimlenmekteydi. Doğduğum kent Bayburt'ta ise... Saat Kulesi Meydanı olarak bilinen ana meydan çevresindeki küçük dükkanlara sohbet etmek için gelenlerin elinde Nursi'nin “kırmızı kitapları”nı görürdünüz. İnsanlar Nursi'nin kitaplarını açar, okur, yorumlar tartışırdı... İslamın bu versiyonunun ve Nursi'nin eklektik öğretisinin kasabalılar için bir tür günlük hayat felsefesi işlevlerini gördüğünü anladım. Merakım hiç bitmedi ve daima şunu bilmek istedim: Türkiyeli Müslümanlar bu ortak dinsel ve kültürel dili benimsiyor olsaydı, sosyal, ahlaki ve siyasal meselelerle anlamlı bir biçimde meşgul olup tartışabilirler miydi?... Tipik alt - orta sınıfa mensup bu taşralı vatandaşlar, dinsel geleneklere bağlılıklarını, çoğu kez ideolojik bir karşı tezi temsil eden çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ve onun siyasal ve askeri liderlerine sadakat ve bağlılıkla nasıl uzlaştırmaktaydı?... Bu kitap “öteki Türkiye'nin hikayesi ve benim on yıl boyunca çağdaş Türk İslamının siyasal ve sosyal alanlarda yeniden canlanması, Kemalizmin başarısızlığı değil, aksine Kemalist projenin oluşumunda önemli, ancak idari olmayan bir rol oynadığı yeni fırsat alanlarının bir sonucudur...
Türk İslami sosyal ve siyasal hareketleri, devlet ve toplum arasındaki sınırları yeniden çizerek ve kendi entelektüel ve moral şartlarını oluşturarak sivil toplumu güçlendirmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken, var olan laik devleti kaçınılmaz olarak ortadan kaldırmak gibi bir amaç gütmekten çok, çabalamaktadırlar... Dolayısıyla, Türkiye'deki tartışma, İslami yönetimi yeniden hakim kılmaya ya da İslam hukukunu empoze etmeye ilişkin değil, kamusal alanda, çoğu Batı toplumlarının yabancısı olmadığı bir dille, yeni alanlar oluşturmaya, yeni kimlikler teşkil etmeye ve sesleri çeşitlendirmeye ilişkindir.”