Çocukluğumdan beri bir peygamber olarak değil de daha çok bir masal kahramanı gibi düşünürdüm Hz. Süleyman'ı. Geniş bir mülk, gösterişli bir saltanat, muhteşem bir ordu, saraylar, hizmetkârlar, yağız atlar, gemiler, süslü taşlar, kim bilir daha neler neler? En çok da onun rüzgârlara hükmetmesi, hayvanların dilini bilmesi ilgimi çekerdi.
Ama sonradan bir özelliğini keşfettim Hz. Süleyman'ın. Sahip olduğu mal-mülk onu şımartmamış, şaşırtmamış, dünyâ denizinde boğmamıştı. Rabbini anmaktan alıkoymamıştı. Gücünü insanlara zulüm için kullanmamıştı. İşte o zaman bir peygamber ile kral arasındaki farkı daha iyi anladım. Mülkü vardı Hz. Süleyman'ın, ama adı hâlâ yoksullar defterindeydi. Mevlâna'nın deyişiyle: "İçini yoksulluk havasıyla dolduranlar, dünyâ denizinde batmazdı." Daha açığını ise Yûnus söylemişti onun için: "Süleyman kuş dilin bilür dediler/Süleyman var Süleyman'dan içerü."
"Süleyman içre Süleyman" olmak için ise dikenli sarp yollardan yürümek, ince eleklerden geçmek gerekiyordu. Bu hamken pişmek, sonra yanmak demekti. Daha doğrusu inşânın kendi katresini Hakk'ın Zât Ummânı'nda yok edip, bu fânîliğinin idrâkinde iken, aslında bizâtihî Hayy ve Bakî olduğuna şahit olmasıydı. Bundan sonra kulundan isteyen "O" olurdu. Gerçi istemekle de olacak bir şey değildi bu. Kesbî değil vehbîydi. Bunu hak eden kuluna Allah lütfederdi. O zaman da çağının Süleyman'ı olurdu bu kişi. Mühür, onun elindeydi artık.
Çocukluğumdan beri bir peygamber olarak değil de daha çok bir masal kahramanı gibi düşünürdüm Hz. Süleyman'ı. Geniş bir mülk, gösterişli bir saltanat, muhteşem bir ordu, saraylar, hizmetkârlar, yağız atlar, gemiler, süslü taşlar, kim bilir daha neler neler? En çok da onun rüzgârlara hükmetmesi, hayvanların dilini bilmesi ilgimi çekerdi.
Ama sonradan bir özelliğini keşfettim Hz. Süleyman'ın. Sahip olduğu mal-mülk onu şımartmamış, şaşırtmamış, dünyâ denizinde boğmamıştı. Rabbini anmaktan alıkoymamıştı. Gücünü insanlara zulüm için kullanmamıştı. İşte o zaman bir peygamber ile kral arasındaki farkı daha iyi anladım. Mülkü vardı Hz. Süleyman'ın, ama adı hâlâ yoksullar defterindeydi. Mevlâna'nın deyişiyle: "İçini yoksulluk havasıyla dolduranlar, dünyâ denizinde batmazdı." Daha açığını ise Yûnus söylemişti onun için: "Süleyman kuş dilin bilür dediler/Süleyman var Süleyman'dan içerü."
"Süleyman içre Süleyman" olmak için ise dikenli sarp yollardan yürümek, ince eleklerden geçmek gerekiyordu. Bu hamken pişmek, sonra yanmak demekti. Daha doğrusu inşânın kendi katresini Hakk'ın Zât Ummânı'nda yok edip, bu fânîliğinin idrâkinde iken, aslında bizâtihî Hayy ve Bakî olduğuna şahit olmasıydı. Bundan sonra kulundan isteyen "O" olurdu. Gerçi istemekle de olacak bir şey değildi bu. Kesbî değil vehbîydi. Bunu hak eden kuluna Allah lütfederdi. O zaman da çağının Süleyman'ı olurdu bu kişi. Mühür, onun elindeydi artık.