Bir yaz günü, Nasreddin Hoca köye gidiyormuş. Sıcaktan bunalınca, serinlemek için eşeğinden inip ceviz ağacının dibine oturmuş. Cübbesiyle kavuğunu da çıkarıp yanına koymuş. Birden gözü karşısındaki balkabaklarına takılmış. “Şu Allah'ın işine bak,“ demiş. “Koskoca kabaklar şu cılız otların üzerinde yetişirken dalları gökyüzünü saran ceviz ağacının meyveleri mini minnacık kalmış.“
Tam o sırada başına bir ceviz düşmüş. Fena halde canı yanan Hoca kavuğunu başına geçirip, “Tövbeler olsun Tanrım,“ demiş. Bir daha karışmam işine senin. Ya balkabakları ağaçta yetişseydi ne olurdu halim!“
Bir yaz günü, Nasreddin Hoca köye gidiyormuş. Sıcaktan bunalınca, serinlemek için eşeğinden inip ceviz ağacının dibine oturmuş. Cübbesiyle kavuğunu da çıkarıp yanına koymuş. Birden gözü karşısındaki balkabaklarına takılmış. “Şu Allah'ın işine bak,“ demiş. “Koskoca kabaklar şu cılız otların üzerinde yetişirken dalları gökyüzünü saran ceviz ağacının meyveleri mini minnacık kalmış.“
Tam o sırada başına bir ceviz düşmüş. Fena halde canı yanan Hoca kavuğunu başına geçirip, “Tövbeler olsun Tanrım,“ demiş. Bir daha karışmam işine senin. Ya balkabakları ağaçta yetişseydi ne olurdu halim!“