Daha şiirlerinin en başında,
Ey gönül gel gayrıdan geç aşka eyle iktidadiyerek gönlünü ve okuyucusunu aşka çağıran Niyazi-i Mısrî, şüphesiz ki Türk tasavvuf edebiyatının en çok okunan, dinlenen, Divan'ı âşıkların elinden/dilinden düşmeyen şairlerinden biridir. Tıpkı üstadı Yunus Emre gibi İlâhî aşkla coşan, dolup taşan Niyazî'nin şiirlerinde coşku, lirizm ve âhengin zirvede olduğu da bilinen bir husustur. Zaten bu yüzden de birçok ilahisi bestelenmiş, yüzyıllar boyu insanımızın dilinden düşmemiştir. Ayrıca Türk edebiyatında şiirlerine en fazla şerh yazılan şairlerden biridir.
Niyazi-i Mısri; 1618 yılında Malatya'da gözlerini açtığı bu fânî hayata, maceralı bir hayat sürdükten sonra 1694 yılında, Limni'de veda etmiştir. Malatya, Diyarbakır, Mardin gibi çeşitli Anadolu vilayetlerinde ve Mısır'da tahsil gören Niyâzî, devrin ünlü mutasavvıflarından Elmalılı Ümmî Sinan'ın talebe ve halifelerindendir. Bursa'da dergâhını kurup ateşli vaazları ve eserleriyle halka rehberlik etmiş, talebe yetiştirmiş olan şair, dönemin karışık ortamında Limni'ye sürülmüş ve orada vefat etmiştir. Kabri hâlâ buradadır.
Niyâzî-i Mısrî kendi tabiriyle; gönlü pâre pâre olsa da sevgilinin cemâline bakıp dost dost diye çağıran; mescitte, meyhanede, hanede, viranede, Kabe'de, hatta puthanede dostu arayan; dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp, şevk ile her dem uçup dost dost diye zikreden; ten kafesi parçalanıncaya, sesi kesilinceye kadar dostu anmaktan vaz geçmeyen, toplumsal hafızamıza, gönlümüze ve kulağımıza pek çok güzel sözünü nakşetmiş bir büyük insandır.
Kimi zaman bize “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş” dizesiyle hakiki derdi ve dermanı hatırlatan, kimi zaman “Ben sanurdum âlem içre bana hiç yâr kalmadı/Ben beni terk eyledüm gördüm ki ağyâr kalmadı” mısralarında olduğu gibi hakiki yâri işaret eden, kimi zaman da “Hakk'ı seven âşıklarun eğlencesi tevhîd olur” dizesindeki gibi tevhidin zevkini dile getiren Niyâzî daha birçok güzel şiiriyle bizi aşkın, sevgilinin, şiirin ufuklarında dolaştırmaktadır.
Cân yine bülbül oldı hâr açılup gül oldı/Göz kulak oldı hep bir her ne ki var ol oldı.
Tende cânum cânda cânânumdur Allâh hû diyen/Dilde sırrum sırda sübhânumdur Allâh hû diyen
Dest-i kudretle yazılmış yüzine âyât-ı Hak/Gönlümüñ tahtında sultânumdur Allâh hû diyen
Giceler tâ subh olınca inledür bu derd beni/Derdimün içinde dermânumdur Allâh hû diyen
Yire göge sığmayan bir mü'minün kalbindedür/Katremün içinde ummânumdur Allâh hû diyen
Daha şiirlerinin en başında,
Ey gönül gel gayrıdan geç aşka eyle iktidadiyerek gönlünü ve okuyucusunu aşka çağıran Niyazi-i Mısrî, şüphesiz ki Türk tasavvuf edebiyatının en çok okunan, dinlenen, Divan'ı âşıkların elinden/dilinden düşmeyen şairlerinden biridir. Tıpkı üstadı Yunus Emre gibi İlâhî aşkla coşan, dolup taşan Niyazî'nin şiirlerinde coşku, lirizm ve âhengin zirvede olduğu da bilinen bir husustur. Zaten bu yüzden de birçok ilahisi bestelenmiş, yüzyıllar boyu insanımızın dilinden düşmemiştir. Ayrıca Türk edebiyatında şiirlerine en fazla şerh yazılan şairlerden biridir.
Niyazi-i Mısri; 1618 yılında Malatya'da gözlerini açtığı bu fânî hayata, maceralı bir hayat sürdükten sonra 1694 yılında, Limni'de veda etmiştir. Malatya, Diyarbakır, Mardin gibi çeşitli Anadolu vilayetlerinde ve Mısır'da tahsil gören Niyâzî, devrin ünlü mutasavvıflarından Elmalılı Ümmî Sinan'ın talebe ve halifelerindendir. Bursa'da dergâhını kurup ateşli vaazları ve eserleriyle halka rehberlik etmiş, talebe yetiştirmiş olan şair, dönemin karışık ortamında Limni'ye sürülmüş ve orada vefat etmiştir. Kabri hâlâ buradadır.
Niyâzî-i Mısrî kendi tabiriyle; gönlü pâre pâre olsa da sevgilinin cemâline bakıp dost dost diye çağıran; mescitte, meyhanede, hanede, viranede, Kabe'de, hatta puthanede dostu arayan; dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp, şevk ile her dem uçup dost dost diye zikreden; ten kafesi parçalanıncaya, sesi kesilinceye kadar dostu anmaktan vaz geçmeyen, toplumsal hafızamıza, gönlümüze ve kulağımıza pek çok güzel sözünü nakşetmiş bir büyük insandır.
Kimi zaman bize “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş” dizesiyle hakiki derdi ve dermanı hatırlatan, kimi zaman “Ben sanurdum âlem içre bana hiç yâr kalmadı/Ben beni terk eyledüm gördüm ki ağyâr kalmadı” mısralarında olduğu gibi hakiki yâri işaret eden, kimi zaman da “Hakk'ı seven âşıklarun eğlencesi tevhîd olur” dizesindeki gibi tevhidin zevkini dile getiren Niyâzî daha birçok güzel şiiriyle bizi aşkın, sevgilinin, şiirin ufuklarında dolaştırmaktadır.
Cân yine bülbül oldı hâr açılup gül oldı/Göz kulak oldı hep bir her ne ki var ol oldı.
Tende cânum cânda cânânumdur Allâh hû diyen/Dilde sırrum sırda sübhânumdur Allâh hû diyen
Dest-i kudretle yazılmış yüzine âyât-ı Hak/Gönlümüñ tahtında sultânumdur Allâh hû diyen
Giceler tâ subh olınca inledür bu derd beni/Derdimün içinde dermânumdur Allâh hû diyen
Yire göge sığmayan bir mü'minün kalbindedür/Katremün içinde ummânumdur Allâh hû diyen