Aristoteles'in dramatik anlatı yapısını açıklamasının üzerinden yaklaşık 2300 yıl geçti. Klasik anlatı, aradan geçen süre içerisinde tiyatro ve roman gibi anlatı sanatlarının temel anlatı formunu oluşturmuştur ve yaklaşık son yüz yıldır da sinemada sıklıkla kullanılmaktadır. Kullanım sıklığına neden olan hâkim görüş, bu formun aşamalarının seyircilerde heyecan yarattığı ve böylece filmin mesajının hedefine aktarılmasına yönelik inançtır. Ayrıca etkisi bilinen bir anlatı formunun ticari getirisi de risk koşullarından uzaktır. Bir başka deyişle sinema endüstrisi için klasik dramatik anlatı yapısı, güvenilir bir liman gibidir.
Sinema, klasik anlatı ile insanların duygu ve heyecanlarını yönlendirebiliyorsa bunu araştırmak ve anlamak insan doğasını anlamayı gerektirmektedir. İnsanı anlamanın bir yolu, beynin sırlarını ve işlevlerini anlamaktan geçmektedir. Özellikle 20. yüzyılın son on yılından itibaren nörogörüntüleme olanaklarının gelişmesi sayesinde bu alandaki çalışmalar hız kazanmıştır. Dolayısıyla tıp alanındaki gelişmeler, sinemanın etkilerinin test edilebilir ve ölçülebilir olmasını sağlamıştır.
Bu çalışma da yukarıda özetlenen bakış açısından hareketle, sinemanın seyirciler üzerindeki duygusal ve bilişsel etkilerini ampirik yöntemleri kullanarak anlamayı amaçlamaktadır. Bunun için katılımcılara Luna (2013) isimli kısa metraj film izlettirilmiştir. Deneyde EEG, galvanik deri tepkisi (GSR) ve göz izleme yöntemleri kullanılmıştır. EEG ölçümlerinden toplanan beyin dalgaları analiz edilerek uyarılma, ilgi, dikkat, bilişsel iş yükü, pozitiflik ve duygusal bağ'dan oluşan toplam altı metrik elde edilmiştir. Nörometrik ve biyometrik ölçümlere ek olarak katılımcılar ile yarı yapılandırılmış görüşme gerçekleştirilmiştir. Böylece katılımcıların duygularına yönelik sözel ifadeleri ile nesnel ölçümlerden elde edilen veriler birleştirilerek filmin anlatı yapısının yarattığı duygusal ve bilişsel etki anlaşılmaya çalışılmıştır.
Aristoteles'in dramatik anlatı yapısını açıklamasının üzerinden yaklaşık 2300 yıl geçti. Klasik anlatı, aradan geçen süre içerisinde tiyatro ve roman gibi anlatı sanatlarının temel anlatı formunu oluşturmuştur ve yaklaşık son yüz yıldır da sinemada sıklıkla kullanılmaktadır. Kullanım sıklığına neden olan hâkim görüş, bu formun aşamalarının seyircilerde heyecan yarattığı ve böylece filmin mesajının hedefine aktarılmasına yönelik inançtır. Ayrıca etkisi bilinen bir anlatı formunun ticari getirisi de risk koşullarından uzaktır. Bir başka deyişle sinema endüstrisi için klasik dramatik anlatı yapısı, güvenilir bir liman gibidir.
Sinema, klasik anlatı ile insanların duygu ve heyecanlarını yönlendirebiliyorsa bunu araştırmak ve anlamak insan doğasını anlamayı gerektirmektedir. İnsanı anlamanın bir yolu, beynin sırlarını ve işlevlerini anlamaktan geçmektedir. Özellikle 20. yüzyılın son on yılından itibaren nörogörüntüleme olanaklarının gelişmesi sayesinde bu alandaki çalışmalar hız kazanmıştır. Dolayısıyla tıp alanındaki gelişmeler, sinemanın etkilerinin test edilebilir ve ölçülebilir olmasını sağlamıştır.
Bu çalışma da yukarıda özetlenen bakış açısından hareketle, sinemanın seyirciler üzerindeki duygusal ve bilişsel etkilerini ampirik yöntemleri kullanarak anlamayı amaçlamaktadır. Bunun için katılımcılara Luna (2013) isimli kısa metraj film izlettirilmiştir. Deneyde EEG, galvanik deri tepkisi (GSR) ve göz izleme yöntemleri kullanılmıştır. EEG ölçümlerinden toplanan beyin dalgaları analiz edilerek uyarılma, ilgi, dikkat, bilişsel iş yükü, pozitiflik ve duygusal bağ'dan oluşan toplam altı metrik elde edilmiştir. Nörometrik ve biyometrik ölçümlere ek olarak katılımcılar ile yarı yapılandırılmış görüşme gerçekleştirilmiştir. Böylece katılımcıların duygularına yönelik sözel ifadeleri ile nesnel ölçümlerden elde edilen veriler birleştirilerek filmin anlatı yapısının yarattığı duygusal ve bilişsel etki anlaşılmaya çalışılmıştır.