Şiir, yüzyıllarca Osmanlı toplumunun hemen her kesiminde sanatsal bir iktidar unsuru olur. Aynı zamanda şiir, medeniyet inşasında temel değerdir. Osmanlı şairi eserlerinde, geleneksel anlatımı koruyarak hüzne, bireysel ve toplumsal düzlemde poetik bir duruş sergileyecek kadar yer verir. Hüzün, şiir diliyle hareketi, gayreti, düşünmeyi besler ve medeniyetle beraber okuması yapılır. Hüzün insanîdir, evrenseldir.
Osmanlı şairinde hüzün, var olduğu ilk günden itibaren şiire dairdir. Hüzün, ferdin içinde bulunduğu zamanda veya zamanın durduğu anlarda, çok yönlü sistematik okumalar gerektiren bir kavramdır. Ezber edilen, kural ve kanunlar içinde hüzün, şairi kanunlardan, yönetmeliklerden hem uzaklaştırır hem de yaklaştırır. İslam Peygamberi hüznün temsilcisidir, o zaman gününü gün etmek ve hazzı öncelemek yerine hüznü yaşaması, tavsiye etmesi şaire yakışan bir düşünce ve yaşayış şeklidir. Osmanlı şairleri eserlerinde düşkünlük veya sefalet üzerinden hüzün icra etmez.
O zaman hayatın gerçeği hüzündür. Ve hüzün, klasik Türk şairinin bizzat kendisidir. Hüzün, tahsil edilen bir şeydir. Çünkü, hüzün hayatı kusursuz, engebesiz yapmaya çalışanların karşısında, bir mürşit yahut şeyhtir. Hüzün insanı erken yaşlarından itibaren büyütendir, çünkü hüzünle hiç kimse çocuk kalmaz. Şiirlerde hüzün, yatay düzlemde oyalanan, genişleyen ama daha çok dikey düzleme, aşkın olana yönelen duyguları içerir. Hüzün, şair için melankolik esaretin karşılığı değil, tam tersine inanarak özgürlüğünü ilan ettiği bir alandır. Muhabbet, hüzne taliptir. Ehl-i hüzün olmak her kişinin nasiplenemeyeceği bir hâl olarak nitelendirilir, çünkü hüzün marifete dâhildir.
Hüzün, bir yoksunluk hâli değildir. Hüzün, rızkıyla beraber gelen misafir gibidir. O misafirin bereketinden faydalanmak gereklidir. Böylece hüzün, şair için bir nimet ve eminliktir. Hüzün, hep güzele vesile olur. Hüzün olmazsa aşk eksik kalacaktır. Hüzün, kişiyi yaksa da buradaki hâl olgunlaşmaya ya da tasavvufî terimle söylenirse tekâmüle vesiledir. Hüzün artıran, eksiltmeyen hatta içindeki arayışa dayalı hareketle beraber düşünüldüğünde çoğaltandır.
Hüzün, farklı bir bakışla, içeriden dışarıya doğru uzanan bir yolculuğa vesile olur. Dolayısıyla, hüzün, tevhit makamını idrak etme yolunda tefekkürle hayat sürenlerin âli makama açılan kapısı olur. Hüzün, aynı zamanda sonsuzluk hissi, hikmet arayışıdır. Hüzün, toplumun ortak değerleriyle paylaşımları çoğaltır. Tam tersine hüznün bireyin zihninde yok edilmesi, evvela toplumsal ardından sanatsal büyük kırılmalara sebep olur.
Şiir, yüzyıllarca Osmanlı toplumunun hemen her kesiminde sanatsal bir iktidar unsuru olur. Aynı zamanda şiir, medeniyet inşasında temel değerdir. Osmanlı şairi eserlerinde, geleneksel anlatımı koruyarak hüzne, bireysel ve toplumsal düzlemde poetik bir duruş sergileyecek kadar yer verir. Hüzün, şiir diliyle hareketi, gayreti, düşünmeyi besler ve medeniyetle beraber okuması yapılır. Hüzün insanîdir, evrenseldir.
Osmanlı şairinde hüzün, var olduğu ilk günden itibaren şiire dairdir. Hüzün, ferdin içinde bulunduğu zamanda veya zamanın durduğu anlarda, çok yönlü sistematik okumalar gerektiren bir kavramdır. Ezber edilen, kural ve kanunlar içinde hüzün, şairi kanunlardan, yönetmeliklerden hem uzaklaştırır hem de yaklaştırır. İslam Peygamberi hüznün temsilcisidir, o zaman gününü gün etmek ve hazzı öncelemek yerine hüznü yaşaması, tavsiye etmesi şaire yakışan bir düşünce ve yaşayış şeklidir. Osmanlı şairleri eserlerinde düşkünlük veya sefalet üzerinden hüzün icra etmez.
O zaman hayatın gerçeği hüzündür. Ve hüzün, klasik Türk şairinin bizzat kendisidir. Hüzün, tahsil edilen bir şeydir. Çünkü, hüzün hayatı kusursuz, engebesiz yapmaya çalışanların karşısında, bir mürşit yahut şeyhtir. Hüzün insanı erken yaşlarından itibaren büyütendir, çünkü hüzünle hiç kimse çocuk kalmaz. Şiirlerde hüzün, yatay düzlemde oyalanan, genişleyen ama daha çok dikey düzleme, aşkın olana yönelen duyguları içerir. Hüzün, şair için melankolik esaretin karşılığı değil, tam tersine inanarak özgürlüğünü ilan ettiği bir alandır. Muhabbet, hüzne taliptir. Ehl-i hüzün olmak her kişinin nasiplenemeyeceği bir hâl olarak nitelendirilir, çünkü hüzün marifete dâhildir.
Hüzün, bir yoksunluk hâli değildir. Hüzün, rızkıyla beraber gelen misafir gibidir. O misafirin bereketinden faydalanmak gereklidir. Böylece hüzün, şair için bir nimet ve eminliktir. Hüzün, hep güzele vesile olur. Hüzün olmazsa aşk eksik kalacaktır. Hüzün, kişiyi yaksa da buradaki hâl olgunlaşmaya ya da tasavvufî terimle söylenirse tekâmüle vesiledir. Hüzün artıran, eksiltmeyen hatta içindeki arayışa dayalı hareketle beraber düşünüldüğünde çoğaltandır.
Hüzün, farklı bir bakışla, içeriden dışarıya doğru uzanan bir yolculuğa vesile olur. Dolayısıyla, hüzün, tevhit makamını idrak etme yolunda tefekkürle hayat sürenlerin âli makama açılan kapısı olur. Hüzün, aynı zamanda sonsuzluk hissi, hikmet arayışıdır. Hüzün, toplumun ortak değerleriyle paylaşımları çoğaltır. Tam tersine hüznün bireyin zihninde yok edilmesi, evvela toplumsal ardından sanatsal büyük kırılmalara sebep olur.