Bu küçük çalışmanın maksadı, Osmanlılar'ın bilimsel çalışmalarını yönlendiren Kuramsal Çerçeveleri ve bu çerçeveleri kuran temel etmenleri belirlemektir.
Osmanlı bilginleri doğaya bakarken ve doğanın bilgisini ararken, Yaratıcı-Yaratılan İlişkisi'ni öne çıkaran ve Orta Çağ İslâm Dünyası'ndan miras alınan bir yaklaşım içerisindeydiler; kısacası onlar için önemli olan, doğada bulunan nesneleri ve bu nesnelerin neden oldukları olguları aklî bir çabayla kavramak değil, Yaratılan olarak görülen bu unsurlarla, Yaratan olarak görülen Tanrı unsuru arasındaki zorunlu bağlantıları kavramaktı; böylece aslında yapmak istedikleri şey, Yaratılanlar'ın bilgisinden Yaratan'ın bilgisine ulaşmak ve “Müslüman” İnsan'ı bu bilgiye göre yeniden temellendirmekti. Dolayısıyla, Yaratan, Yaratılanlar ve bunlar arasında en şerefli olduğuna inanılan ‘İnsan', birbirleriyle ilişkileri içinde ve bir arada anlaşılmak isteniyordu.
Osmanlı tarihi boyunca, birbiriyle bağlantısı olmayan iki kuramsal çerçeveden yararlanıldığı ve bunlardan birincisinin XIV. ve XIX. yüzyıllar arasında ve ikincisinin ise XIX. ve XX. yüzyıllar arasında yoğun bir biçimde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Her iki çerçeve de özgün ve Osmanlı bilginlerinin bilimsel çabalarının bir mahsulü değildir; ilmiye sınıfı (âlimler) tarafından savunulan önceki çerçeve, Doğulu –Osmanlı öncesi Müslüman– düşünürler ve bilginler tarafından ve askeriye sınıfı (askerler) tarafından savunulan sonraki çerçeve ise, Batılı –Rönesans ve Aydınlanma Dönemleri Hıristiyan– düşünürler ve bilginler tarafından biçimlendirilmiştir; bu nedenle Osmanlı bilginlerinin, yalnızca bilimsel bilgi birikimini değil, bu birikimi anlaşılır ve çoğaltılır kılan kuramsal çerçeveleri de “dışarıdan” ödünç aldıkları söylenebilir.
Bu küçük çalışmanın maksadı, Osmanlılar'ın bilimsel çalışmalarını yönlendiren Kuramsal Çerçeveleri ve bu çerçeveleri kuran temel etmenleri belirlemektir.
Osmanlı bilginleri doğaya bakarken ve doğanın bilgisini ararken, Yaratıcı-Yaratılan İlişkisi'ni öne çıkaran ve Orta Çağ İslâm Dünyası'ndan miras alınan bir yaklaşım içerisindeydiler; kısacası onlar için önemli olan, doğada bulunan nesneleri ve bu nesnelerin neden oldukları olguları aklî bir çabayla kavramak değil, Yaratılan olarak görülen bu unsurlarla, Yaratan olarak görülen Tanrı unsuru arasındaki zorunlu bağlantıları kavramaktı; böylece aslında yapmak istedikleri şey, Yaratılanlar'ın bilgisinden Yaratan'ın bilgisine ulaşmak ve “Müslüman” İnsan'ı bu bilgiye göre yeniden temellendirmekti. Dolayısıyla, Yaratan, Yaratılanlar ve bunlar arasında en şerefli olduğuna inanılan ‘İnsan', birbirleriyle ilişkileri içinde ve bir arada anlaşılmak isteniyordu.
Osmanlı tarihi boyunca, birbiriyle bağlantısı olmayan iki kuramsal çerçeveden yararlanıldığı ve bunlardan birincisinin XIV. ve XIX. yüzyıllar arasında ve ikincisinin ise XIX. ve XX. yüzyıllar arasında yoğun bir biçimde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Her iki çerçeve de özgün ve Osmanlı bilginlerinin bilimsel çabalarının bir mahsulü değildir; ilmiye sınıfı (âlimler) tarafından savunulan önceki çerçeve, Doğulu –Osmanlı öncesi Müslüman– düşünürler ve bilginler tarafından ve askeriye sınıfı (askerler) tarafından savunulan sonraki çerçeve ise, Batılı –Rönesans ve Aydınlanma Dönemleri Hıristiyan– düşünürler ve bilginler tarafından biçimlendirilmiştir; bu nedenle Osmanlı bilginlerinin, yalnızca bilimsel bilgi birikimini değil, bu birikimi anlaşılır ve çoğaltılır kılan kuramsal çerçeveleri de “dışarıdan” ödünç aldıkları söylenebilir.