19. yüzyılda Osmanlı Devleti, siyasi ve ekonomik açıdan Avrupa'nın ilgi odağı ve dolayısıyla bu yönde menfaatleri çatışan Avrupa devletlerinin bir çekişme sahası haline geldi. Büyük ölçüde İngiltere, Fransa ve Rusya üçgeninde cereyan eden bu çekişme, yeri geldiğinde devletler arasında diplomasi savaşlarını da doğurdu.
Bu süreçte Osmanlı toprağını ziyaret eden ve bölge hakkında gözlemlerde bulunarak tecrübelerini yazıya döken Urquhart, mevcut çekişmeleri çok iyi analiz etmektedir. Rusya'nın Osmanlı üzerindeki emellerini açıklarken aslında Rusya'nın korkulduğu kadar tehlikeli bir güç olmadığını, Osmanlı'nın ise öz değerlerine sahip çıkması halinde Rusya'yı alt edecek güce sahip olduğunu belirtmektedir. Bu bilgileri verirken kendi devleti İngiltere dâhil olmak üzere Avrupa'nın ne kadar yanlış bir tavır içerisinde bulunduğunu ve İngiltere'nin Osmanlı'ya taraf olması gerektiğini belirtmektedir.
Rusya karşısında Osmanlı'nın sahip olduğu maddi ve manevi potansiyellere her fırsatta vurgu yapan yazar, Osmanlı ile Rusya arasındaki muhtemel operasyonların merkezi durumunda bulunan Tuna, Eflak ve Boğdan bölgesini askeri ve coğrafi yönüyle ayrıntılı olarak izah etmekte ve buradaki koşulların nasıl avantaja çevrilebileceği hakkında fikirler vermektedir. Bunun dışında yazar, Avrupa ve dünya için taşıdığı öneme binaen İstanbul ve Çanakkale boğazlarını da stratejik açıdan ele almaktadır.
Avrupalı bir düşünür ve diplomat tarafından Osmanlı ile Avrupa devletleri hakkında yapılan alışılmışın dışındaki yorumları ve Osmanlı toplumunun gelenek göreneklerine dair takdir ifadelerini içeren, ayrıca 19. yüzyılın uluslararası arenasında dönen oyunları ve Osmanlı'nın bu arenadaki yerini ortaya koyan bu ileri görüşlü eser, tarihin ve günümüzün uluslararası ilişkilerini anlamak ve değerlendirmek bakımından büyük önem arz etmekte ve bu yönüyle dikkatle okunmayı hak etmektedir.
19. yüzyılda Osmanlı Devleti, siyasi ve ekonomik açıdan Avrupa'nın ilgi odağı ve dolayısıyla bu yönde menfaatleri çatışan Avrupa devletlerinin bir çekişme sahası haline geldi. Büyük ölçüde İngiltere, Fransa ve Rusya üçgeninde cereyan eden bu çekişme, yeri geldiğinde devletler arasında diplomasi savaşlarını da doğurdu.
Bu süreçte Osmanlı toprağını ziyaret eden ve bölge hakkında gözlemlerde bulunarak tecrübelerini yazıya döken Urquhart, mevcut çekişmeleri çok iyi analiz etmektedir. Rusya'nın Osmanlı üzerindeki emellerini açıklarken aslında Rusya'nın korkulduğu kadar tehlikeli bir güç olmadığını, Osmanlı'nın ise öz değerlerine sahip çıkması halinde Rusya'yı alt edecek güce sahip olduğunu belirtmektedir. Bu bilgileri verirken kendi devleti İngiltere dâhil olmak üzere Avrupa'nın ne kadar yanlış bir tavır içerisinde bulunduğunu ve İngiltere'nin Osmanlı'ya taraf olması gerektiğini belirtmektedir.
Rusya karşısında Osmanlı'nın sahip olduğu maddi ve manevi potansiyellere her fırsatta vurgu yapan yazar, Osmanlı ile Rusya arasındaki muhtemel operasyonların merkezi durumunda bulunan Tuna, Eflak ve Boğdan bölgesini askeri ve coğrafi yönüyle ayrıntılı olarak izah etmekte ve buradaki koşulların nasıl avantaja çevrilebileceği hakkında fikirler vermektedir. Bunun dışında yazar, Avrupa ve dünya için taşıdığı öneme binaen İstanbul ve Çanakkale boğazlarını da stratejik açıdan ele almaktadır.
Avrupalı bir düşünür ve diplomat tarafından Osmanlı ile Avrupa devletleri hakkında yapılan alışılmışın dışındaki yorumları ve Osmanlı toplumunun gelenek göreneklerine dair takdir ifadelerini içeren, ayrıca 19. yüzyılın uluslararası arenasında dönen oyunları ve Osmanlı'nın bu arenadaki yerini ortaya koyan bu ileri görüşlü eser, tarihin ve günümüzün uluslararası ilişkilerini anlamak ve değerlendirmek bakımından büyük önem arz etmekte ve bu yönüyle dikkatle okunmayı hak etmektedir.