Romanlarında toplum içinde saygın bir yere sahip olan burjuvaların maskelerini düşürerek bu "namuslu insanlar"ın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkaran Zola daha Paris Yaşamı'nı yazmadan önce 21 Şubat 1881'de Le Figaro gazetesinde yayımladığı bir yazıda hayat kadınlığı kurumunun yaratıcısı olarak sistemi ve sistemin sefalete ittiği insanları gördüğünü yazar: "Ağır çalışma temposu insanları alkolizme, ailelerinde gördükleri ayyaşlık ve genel olarak toplumun çirkefliği ise kötü bir yaşama iter. Bu, yeniden ve doğru bir şekilde oluşturulması gereken bir sınıfın genel toplumsal konumudur." Romanda Nana ve hastalıklı oğlu Louiset, toplumun yozlaşmasını temsil ederler. İmparatorluk büyük kutlamalar eşliğinde binlerce açıkgöze bağrını açarken Nana da başarısının doruğundadır, öldüğünde ise İmparatorluk'un çöküşüne çok az bir süre kalmıştır: "Berlin'e! Berlin'e!" bağrışları Paris sokaklarında yankılanmaya çoktan başlamıştır. Nana genlerinde ayyaşlarla dolu bir neslin izlerini taşımaktadır; oğlu Louiset geçirdiği çiçek hastalığı sonucu ölür. Ne yazık ki hastalığı annesine de bulaşmıştır ve Nana da oğlunun ölümünden kısa bir süre sonra yaşama gözlerini yumar. Ancak bedenini kurtçuklara teslim etmeden, kendini yok etmeden önce, çevresindeki herkesi çürütür. Yürüyen bir felaket haline gelir âdeta. "Halkın içinde büyümeye bırakılan çürümüşlük gittikçe ilerlemekte ve aristokrasiyi çürütmektedir." Halk, kızları aracılığıyla burjuvazinin erkeklerine birer ölüm tohumu bırakacak ve tüm bir nesli yok edecektir. Ünlü yazar Flauber'in dediği gibi, Zola Paris Yaşamı'nda âdeta bir efsane yaratmıştır: "Nana karakteri gerçeklikten bir an bile kopmayan bir mit haline gelmiştir." Zola'nın 20 kitaptan oluşan dev yapıtı Rougon-Macquart dizisini yayımlamaya Tohum Yeşerince ve Paris'in Karnı'ndan sonra Paris Yaşamı ile devam ediyoruz.
Romanlarında toplum içinde saygın bir yere sahip olan burjuvaların maskelerini düşürerek bu "namuslu insanlar"ın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkaran Zola daha Paris Yaşamı'nı yazmadan önce 21 Şubat 1881'de Le Figaro gazetesinde yayımladığı bir yazıda hayat kadınlığı kurumunun yaratıcısı olarak sistemi ve sistemin sefalete ittiği insanları gördüğünü yazar: "Ağır çalışma temposu insanları alkolizme, ailelerinde gördükleri ayyaşlık ve genel olarak toplumun çirkefliği ise kötü bir yaşama iter. Bu, yeniden ve doğru bir şekilde oluşturulması gereken bir sınıfın genel toplumsal konumudur." Romanda Nana ve hastalıklı oğlu Louiset, toplumun yozlaşmasını temsil ederler. İmparatorluk büyük kutlamalar eşliğinde binlerce açıkgöze bağrını açarken Nana da başarısının doruğundadır, öldüğünde ise İmparatorluk'un çöküşüne çok az bir süre kalmıştır: "Berlin'e! Berlin'e!" bağrışları Paris sokaklarında yankılanmaya çoktan başlamıştır. Nana genlerinde ayyaşlarla dolu bir neslin izlerini taşımaktadır; oğlu Louiset geçirdiği çiçek hastalığı sonucu ölür. Ne yazık ki hastalığı annesine de bulaşmıştır ve Nana da oğlunun ölümünden kısa bir süre sonra yaşama gözlerini yumar. Ancak bedenini kurtçuklara teslim etmeden, kendini yok etmeden önce, çevresindeki herkesi çürütür. Yürüyen bir felaket haline gelir âdeta. "Halkın içinde büyümeye bırakılan çürümüşlük gittikçe ilerlemekte ve aristokrasiyi çürütmektedir." Halk, kızları aracılığıyla burjuvazinin erkeklerine birer ölüm tohumu bırakacak ve tüm bir nesli yok edecektir. Ünlü yazar Flauber'in dediği gibi, Zola Paris Yaşamı'nda âdeta bir efsane yaratmıştır: "Nana karakteri gerçeklikten bir an bile kopmayan bir mit haline gelmiştir." Zola'nın 20 kitaptan oluşan dev yapıtı Rougon-Macquart dizisini yayımlamaya Tohum Yeşerince ve Paris'in Karnı'ndan sonra Paris Yaşamı ile devam ediyoruz.