(…) “Zorlama kendini, sadece ağacım, ağaç! Sesimizi duymadığınız, bizi canlı olarak görmediğiniz için bu kadar yabancısınız bize. Ağaç işte, gölgesinde otur, varsa meyvesini ye, sonra da kes, sobada yak, ateşinde ısın; hepsi bu sizin için! Üstümüze sümkürenler, tükürenler, hatta geceleri hiç sıkılmadan gelip çişini yapanlar… Bu dünya sadece kendilerine ait sanıyorlar. Sonra, kafalarına çatıdan, oradan buradan bir şey düşünce ‘Neden?' diye sorarlar!
Bak, şu hurdacı var ya… Gün boyu dolaşır, akşam dönerken yüklü arabasıyla gelir, gölgemde dinlenir, çömelir, sigara tüttürür. Ben de bir iki yaprağımı o eşyaların üzerine gönderirim! Onların sızısını ben duyarım, benim kederimi, iniltimi de onlar... Nasıl da kıvrılıp büzülürler arabanın bir köşesine! Sizler için onlar, birer ‘eski'dir; işe yaramaz, fazlalık, artıktır. Halt etmişsiniz siz! Onlar, zamanın ta kendisidir, anıların görünmez tanıklarıdır, bulundukları mekânların, ait oldukları kişilerin ruhları onlara da sirayet etmiştir ama nerdeeee! Gören, bilen nerede? Üç beş kuruşa satılığa çıkmış anılar! Helalleştiniz mi, vedalaştınız mı? Hiç sanmam! (…)
Pelitya kitabındaki öykülerle bulutların arasına gizlenmiş yıldızları, ellerimizin içine düşüren, “Çıksanıza yağmura, zaten ıslandınız, yağmur iki kere ıslatmaz ki!” diyen Meliha Akay; kimi zaman en uç duygularımızın tamircisi olmaya, kimi zaman gözlerimizden uçuruma bakan pencereleri kapatmaya, kimi zaman da sessiz çığlıkları, tozlu raflardaki anıları, ıskalanan hazları ortaya çıkarmaya çağırır okuru… Bu çağrıda; doğanın insanı alıp götüren tüm renkleri, içimizdeki çocuğun vazgeçmeyişleri ve düşünmenin sonsuz derinlikleri var!
(…) “Zorlama kendini, sadece ağacım, ağaç! Sesimizi duymadığınız, bizi canlı olarak görmediğiniz için bu kadar yabancısınız bize. Ağaç işte, gölgesinde otur, varsa meyvesini ye, sonra da kes, sobada yak, ateşinde ısın; hepsi bu sizin için! Üstümüze sümkürenler, tükürenler, hatta geceleri hiç sıkılmadan gelip çişini yapanlar… Bu dünya sadece kendilerine ait sanıyorlar. Sonra, kafalarına çatıdan, oradan buradan bir şey düşünce ‘Neden?' diye sorarlar!
Bak, şu hurdacı var ya… Gün boyu dolaşır, akşam dönerken yüklü arabasıyla gelir, gölgemde dinlenir, çömelir, sigara tüttürür. Ben de bir iki yaprağımı o eşyaların üzerine gönderirim! Onların sızısını ben duyarım, benim kederimi, iniltimi de onlar... Nasıl da kıvrılıp büzülürler arabanın bir köşesine! Sizler için onlar, birer ‘eski'dir; işe yaramaz, fazlalık, artıktır. Halt etmişsiniz siz! Onlar, zamanın ta kendisidir, anıların görünmez tanıklarıdır, bulundukları mekânların, ait oldukları kişilerin ruhları onlara da sirayet etmiştir ama nerdeeee! Gören, bilen nerede? Üç beş kuruşa satılığa çıkmış anılar! Helalleştiniz mi, vedalaştınız mı? Hiç sanmam! (…)
Pelitya kitabındaki öykülerle bulutların arasına gizlenmiş yıldızları, ellerimizin içine düşüren, “Çıksanıza yağmura, zaten ıslandınız, yağmur iki kere ıslatmaz ki!” diyen Meliha Akay; kimi zaman en uç duygularımızın tamircisi olmaya, kimi zaman gözlerimizden uçuruma bakan pencereleri kapatmaya, kimi zaman da sessiz çığlıkları, tozlu raflardaki anıları, ıskalanan hazları ortaya çıkarmaya çağırır okuru… Bu çağrıda; doğanın insanı alıp götüren tüm renkleri, içimizdeki çocuğun vazgeçmeyişleri ve düşünmenin sonsuz derinlikleri var!