Ya Hitler Kazanmış Olsaydı!
İnsanlık tarihi boyunca yapılan savaşların en kanlı ve yıkımı en fazla olan savaşın 2. Dünya Savaşı olduğu hemen hemen bütün tarihçi ve siyaset bilimcileri tarafından kabul edilmektedir. Muhtemelen en çok belgesel de 2. Dünya Savaşı üzerine yapılmıştır. Bu belgesellerde savaşın yıkımı anlatılırken en fazla vurgu Hitler'e ve Nazi zulmüne yapılmaktadır. Herhangi bir kişi bu belgeselleri izlediğinde en iyimser tahminle “kahrolsun Naziler, iyi ki Hitler savaşı kaybetti” diyordur. Fakat soruyorum: “Naziler savaşı kaybetti şimdi daha iyi bir dünyada mı yaşıyoruz?” Örneğin “Soğuk Savaş” olmadı mı? Vietnam işgal edilmedi mi? Almanya bölünmedi mi? Kore hale bölünmüş durumda değil mi? Latin Amerika'daki kanlı darbelere ne demeli? Afrika'da özellikle Ruanda'da olanları kim unutabilir? 11 Eylül saldırısı olmadı mı? Afganistan'ın işgali, Çeçenistan Savaşı, Büyük Ortadoğu Projesi, “Arap Baharı”, Irak'ın işgali, darbeler, hava kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, iklim değişikliği, Kyoto Protokolü ve en son “corona virüs” vs…
Daha sayabileceğimiz birçok kötülüklerin olduğu insanlık tarihinin bu acı dolu sayfalarını bir bir çevirirken karşımıza ne Hitler ne de Naziler çıkmaktadır. Bu yüzden belki de hem Hitler'i hem de Nazileri de yaratan daha yapısal olgulara bakmak gerekir. Elimizdeki bu roman tamamen bir kurgudur. Biraz da olmayana ergidir. Bu ergi bir önermenin değillemesinin değillemesi şeklinde ilerlemektedir. O da nihayetinde Cahit Aslan 6 kendisi olmaktadır. Bu yüzden roman okuyucunun önüne çıkarken kendini “Disdistopik!” olarak tarif etmektedir. Aydınlanma düşünürleri kendi dünya görüşlerini ve algılarını sunarken bastıkları zemin Yeniçağın rasyonalizmi ve hümanizmiydi. Ortaçağın irrasyonel ve Yeniçağın mutlakıyetçi despotizmini eleştiren dönemin aydınları bir nevi “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” misali eleştirel düşüncelerini ütopik toplum üzerinden yürütmüşlerdi. Bu konuda en ünlülerinden birkaçı Thomas More'un “Ütopya”sı, Tommaso Campanella'nın “Güneş Ülkesi”, Francis Bacon'un “Yeni Atlantis”idir. Hepsinin ortak noktası insan hayatının her alanında iyiyi temsil eden olgular işlemeleridir. Fakat 20. yüzyıl korkunç savaşların, diktatörlüklerin, zulümlerin yani kötülüklerin meydana geldiği yüzyıl oldu. Korku imparatorluklarının egemenlikleri aydınların kaygılarını dile getirişlerini de farklılaştırdı. Bu yüzden 20. yüzyılın eserlerinde iyilik değil kötülük ve korku işlenmiştir.
Dolaysıyla bu durum da edebi eserlerin distopik nitelik kazanmasına yol açmıştır. Örneğin Katharine Burdakin'nin “Wastika Geceleri”, George Orwell'un “1984”ü, Ray Bradburry'nin “Fahrenheit 451”i ilk akla gelenlerdir. Aslında bu roman anlatısına distopik olarak başlamakta ve hikâyesini distopik sürdürmektedir. Fakat romanın anlatısı tamamen bittiğinde “dis”distopyaya dönüşmektedir. Nihayetinden romanın bütünlüğü insanın yapısal problemlerini önüne koyan disdistopik bir roman olmaktadır. Fakat roman okuyucuya hazır reçete de sunmamaktadır. İhtimaliyetin olmasını dahi tahayyül etmek bizi ütopyaya götürecektir. Roman'daki birçok isim ve olaydan bahsedilmektedir. Hatta gerçek olaylar burada ters yüz edilmiştir. Diğer yandan birçok kişi ve olaylar gerçektir. Romandaki gerçek kişi ve olay dışındaki her kişi ve olay kurgusaldır. Bu kurguya yazarın yaşama ilişkin kaygıları yön vermiştir. Eğer ister otoriter oligarşi, ister konsensüse dayalı parlamenter, isterse totaliter faşist olsun yapısal anlamda eni sonu iktidar seçkinlerinin egemenliği söz konusuysa faşizmin her türlüsüne haykırmalıyız: Korkmayacağız, “herkes için iyi bir dünya mümkündür”…
Ya Hitler Kazanmış Olsaydı!
İnsanlık tarihi boyunca yapılan savaşların en kanlı ve yıkımı en fazla olan savaşın 2. Dünya Savaşı olduğu hemen hemen bütün tarihçi ve siyaset bilimcileri tarafından kabul edilmektedir. Muhtemelen en çok belgesel de 2. Dünya Savaşı üzerine yapılmıştır. Bu belgesellerde savaşın yıkımı anlatılırken en fazla vurgu Hitler'e ve Nazi zulmüne yapılmaktadır. Herhangi bir kişi bu belgeselleri izlediğinde en iyimser tahminle “kahrolsun Naziler, iyi ki Hitler savaşı kaybetti” diyordur. Fakat soruyorum: “Naziler savaşı kaybetti şimdi daha iyi bir dünyada mı yaşıyoruz?” Örneğin “Soğuk Savaş” olmadı mı? Vietnam işgal edilmedi mi? Almanya bölünmedi mi? Kore hale bölünmüş durumda değil mi? Latin Amerika'daki kanlı darbelere ne demeli? Afrika'da özellikle Ruanda'da olanları kim unutabilir? 11 Eylül saldırısı olmadı mı? Afganistan'ın işgali, Çeçenistan Savaşı, Büyük Ortadoğu Projesi, “Arap Baharı”, Irak'ın işgali, darbeler, hava kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, iklim değişikliği, Kyoto Protokolü ve en son “corona virüs” vs…
Daha sayabileceğimiz birçok kötülüklerin olduğu insanlık tarihinin bu acı dolu sayfalarını bir bir çevirirken karşımıza ne Hitler ne de Naziler çıkmaktadır. Bu yüzden belki de hem Hitler'i hem de Nazileri de yaratan daha yapısal olgulara bakmak gerekir. Elimizdeki bu roman tamamen bir kurgudur. Biraz da olmayana ergidir. Bu ergi bir önermenin değillemesinin değillemesi şeklinde ilerlemektedir. O da nihayetinde Cahit Aslan 6 kendisi olmaktadır. Bu yüzden roman okuyucunun önüne çıkarken kendini “Disdistopik!” olarak tarif etmektedir. Aydınlanma düşünürleri kendi dünya görüşlerini ve algılarını sunarken bastıkları zemin Yeniçağın rasyonalizmi ve hümanizmiydi. Ortaçağın irrasyonel ve Yeniçağın mutlakıyetçi despotizmini eleştiren dönemin aydınları bir nevi “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” misali eleştirel düşüncelerini ütopik toplum üzerinden yürütmüşlerdi. Bu konuda en ünlülerinden birkaçı Thomas More'un “Ütopya”sı, Tommaso Campanella'nın “Güneş Ülkesi”, Francis Bacon'un “Yeni Atlantis”idir. Hepsinin ortak noktası insan hayatının her alanında iyiyi temsil eden olgular işlemeleridir. Fakat 20. yüzyıl korkunç savaşların, diktatörlüklerin, zulümlerin yani kötülüklerin meydana geldiği yüzyıl oldu. Korku imparatorluklarının egemenlikleri aydınların kaygılarını dile getirişlerini de farklılaştırdı. Bu yüzden 20. yüzyılın eserlerinde iyilik değil kötülük ve korku işlenmiştir.
Dolaysıyla bu durum da edebi eserlerin distopik nitelik kazanmasına yol açmıştır. Örneğin Katharine Burdakin'nin “Wastika Geceleri”, George Orwell'un “1984”ü, Ray Bradburry'nin “Fahrenheit 451”i ilk akla gelenlerdir. Aslında bu roman anlatısına distopik olarak başlamakta ve hikâyesini distopik sürdürmektedir. Fakat romanın anlatısı tamamen bittiğinde “dis”distopyaya dönüşmektedir. Nihayetinden romanın bütünlüğü insanın yapısal problemlerini önüne koyan disdistopik bir roman olmaktadır. Fakat roman okuyucuya hazır reçete de sunmamaktadır. İhtimaliyetin olmasını dahi tahayyül etmek bizi ütopyaya götürecektir. Roman'daki birçok isim ve olaydan bahsedilmektedir. Hatta gerçek olaylar burada ters yüz edilmiştir. Diğer yandan birçok kişi ve olaylar gerçektir. Romandaki gerçek kişi ve olay dışındaki her kişi ve olay kurgusaldır. Bu kurguya yazarın yaşama ilişkin kaygıları yön vermiştir. Eğer ister otoriter oligarşi, ister konsensüse dayalı parlamenter, isterse totaliter faşist olsun yapısal anlamda eni sonu iktidar seçkinlerinin egemenliği söz konusuysa faşizmin her türlüsüne haykırmalıyız: Korkmayacağız, “herkes için iyi bir dünya mümkündür”…