Rosa Luxemburg - Kadınların Kurtuluşu ve Marx'ın Devrim Felsefesi
“Rosa Luxemburg” felsefi bir biyografiden çok daha fazlasıdır. Kadın, düşünür, örgütçü ve devrimci olarak Luxemburg'un sempatik ve eleştirel bir tasviridir. Dunayevskaya Luxemburg'da, halkın kendiliğindenliğine inanan, tutkulu bir enternasyonalist, savaş karşıtı, parlak, cesur ve bağımsız bir kadını; kendini Marx'ın felsefî mirasçısı olarak gören, sevgilisinin ve diğer erkeklerin, onu, sırf bir kadın olduğu için “tarih yapmaya” bütünüyle katılmaktan vazgeçirme çabalarını reddeden bir kadını, “tüm hayatını neşeyle kaderin terazisine fırlatan” kadını tasvir eder.
“Kadın Kurtuluş Hareketi”, yazma ile örgütlenmenin sıklıkla bir arada olduğu Kadın Kurtuluş hareketinin ilk günlerinden bu yana yazılmış en heyecan verici, en canlandırıcı yazılardandır. Dunayevskaya, hem dünya genelinde hem de tarih boyunca hareket içindeki kadınlara ilişkin bu cezbedici tasvirinde, devrimci önderlerden kadın kurtuluş hareketi içindeki aktivistlere, edebiyatçılardan filozoflara, grevdeki işçi kadınlardan erkek yoldaşlarına başkaldıran siyah kadınlara uzanır.
Son bölümde ise, Marx'ın, “bütünlüklü devrim”in, yani, tüm insan ilişkilerine dokunup dönüştürecek bir devrimin, asla sonu gelmeyecek, süreklilik içinde devrimin, tek filozofu olduğuna dikkat çekiyor. Marx'ın yepyeni bir düşünce ve devrim kıtasını keşfettiğinin, birbiriyle boğuşan kavram ve pratiği bir uyum içinde yaratıcı bir biçimde bir araya getirdiğinin altını çiziyor.
Dunayevskaya, Marx'tan ateşi aldı, kendi ateşiyle buluşturdu; yeniden canlandırılmış, yeniden odaklanılmış bir Marksizmi hayatının olaylarına taşıdı. Marx'ın, durağan, hareketsiz varoluş biçimlerine karşı gösterdiği direncin; hareketi ve dönüşümü, düşüncenin ve insani süreçlerin ilkeleri olarak, insan etkinliği tezgâhında gidip gelen diyalektik akıl dokuma mekiği olarak derinlikli kavrayışının peşinden gidiyor.
“Rosa Luxemburg” felsefi bir biyografiden çok daha fazlasıdır. Kadın, düşünür, örgütçü ve devrimci olarak Luxemburg'un sempatik ve eleştirel bir tasviridir. Dunayevskaya Luxemburg'da, halkın kendiliğindenliğine inanan, tutkulu bir enternasyonalist, savaş karşıtı, parlak, cesur ve bağımsız bir kadını; kendini Marx'ın felsefî mirasçısı olarak gören, sevgilisinin ve diğer erkeklerin, onu, sırf bir kadın olduğu için “tarih yapmaya” bütünüyle katılmaktan vazgeçirme çabalarını reddeden bir kadını, “tüm hayatını neşeyle kaderin terazisine fırlatan” kadını tasvir eder.
“Kadın Kurtuluş Hareketi”, yazma ile örgütlenmenin sıklıkla bir arada olduğu Kadın Kurtuluş hareketinin ilk günlerinden bu yana yazılmış en heyecan verici, en canlandırıcı yazılardandır. Dunayevskaya, hem dünya genelinde hem de tarih boyunca hareket içindeki kadınlara ilişkin bu cezbedici tasvirinde, devrimci önderlerden kadın kurtuluş hareketi içindeki aktivistlere, edebiyatçılardan filozoflara, grevdeki işçi kadınlardan erkek yoldaşlarına başkaldıran siyah kadınlara uzanır.
Son bölümde ise, Marx'ın, “bütünlüklü devrim”in, yani, tüm insan ilişkilerine dokunup dönüştürecek bir devrimin, asla sonu gelmeyecek, süreklilik içinde devrimin, tek filozofu olduğuna dikkat çekiyor. Marx'ın yepyeni bir düşünce ve devrim kıtasını keşfettiğinin, birbiriyle boğuşan kavram ve pratiği bir uyum içinde yaratıcı bir biçimde bir araya getirdiğinin altını çiziyor.
Dunayevskaya, Marx'tan ateşi aldı, kendi ateşiyle buluşturdu; yeniden canlandırılmış, yeniden odaklanılmış bir Marksizmi hayatının olaylarına taşıdı. Marx'ın, durağan, hareketsiz varoluş biçimlerine karşı gösterdiği direncin; hareketi ve dönüşümü, düşüncenin ve insani süreçlerin ilkeleri olarak, insan etkinliği tezgâhında gidip gelen diyalektik akıl dokuma mekiği olarak derinlikli kavrayışının peşinden gidiyor.