Peygamber son veda haccı görevini yerine getirip, Medine‟ye dönerken düşünceliydi. Fikrini yani kendi içinden geçen imamı insanlara açıklamanın getireceği sıkıntılardan endişeliydi. Çünkü bu yetenekli insan aynı zamanda akrabasıydı. Akrabası ama bu işlerde en çok kendisi yardımcı olmuştu. İmamlık görevini en iyi şekilde yerine getirebilecek kişiydi. Akrabası olmayanlar onun gibi mücadele etmemişlerdi. Ne Bedir, ne de Uhud savaşlarında kimse onun gibi savaşamamıştı. Uhud savaşında çoğu insan kaçarken, kendisi peygamberi öldürülmekten kurtardı. Hendek savaşında Arapların en büyük savaşçılarından Amr bin Abduved‟in karşısına kimse çıkma cesareti göstermezken, kendisi bu savaşçının hakkından gelmişti. Peygamber bu olay karşısında şunu söylemişti: “Ali‟nin Hendek gü-nündeki darbesi, ümmetimin kıyamete dek bütün amellerinden daha üstündür.” Hayber savaşında, bayrağı ilk önce Ebu Bekir, sonra da Ömer eline alıp meydana çıktı; ama bir zafer elde etmeksizin geri döndüler. Peygamber çareyi, bayrağı Ali‟ye vermekte gördü. Bu yüzden şöyle buyurdu: “Yarın bayrağı öyle bir kişiye vereceğim ki, o Allah‟ı ve resulünü seviyor; Allah ve resulü de onu seviyorlar.” Ali, Hayber kalesinin savaşçılarından önce Haris‟i sonra komutan Merhab‟ı öldürür. Bu yetenekli insan akrabası diye imamet makamının başına geçmemeli miydi yani? Onu imam seçmesi tepkile-rin doğmasına neden olacaktı ve halifeliğe geçmek isteyenler sorunlar çıkaracaklardı.
Dönüş yolundaki hac kafilesi Medine, Mısır ve Iraklıların yol ayrımı olan Gadir-i Hum denen yerin yakınındaki Rabiğ adındaki bölgeye varmışlardı. İşte hacılar bu kavşakta dağılıp bölgelerine gideceklerdi. Tam bu esnada benliğini saracak şekilde zihninde ayet belirdi. Maide suresinin 67. Tebliğ ayetinin gerçeği şöy-leydi: “Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et; Ali müminlerin yöneticisidir. Eğer bunu yapmazsan peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni in-sanlardan korur.”
Bu ayetle birlikte içini büyük bir huzur ve kendisine karşı çıkacak olanlara karşı bir cesaret oluştu. Bu görevi mutlaka yerine getirmeliydi çünkü o kadar önemli bir görevdi ki bunu yapmazsa hayatı boyunca yaptığı peygamberlik mücadelesi görevi yerine getirilmemiş olacaktı.
Artık Ali bin Ebu Talib‟in imametinin halka açıklanması, velayet hakkının tebliğ edilmesi görevi yerine getirilmeliydi. Bu amaçla peygamber kafileyi durdurdu. İlk grup Cuhfe‟ye yaklaştığında bunların geri dönmesini emretti. Geride kalanlarda artık rahatlıkla yetişiyorlardı. Hava çok sıcaktı. İnsanlar bir yandan ağaç gölgelerine sığınıyorlar, bir yandan da yaptıkları gölgeliklerde sıcaktan korunmaya çalışıyorlardı. Sıcaktan etkilenmemek için abalarının yarısını başlarına çekip, yarısını da ayaklarının altına sarıyorlardı.
Peygamberin konuşma yapabilmesi için deve semerleri üst üste yığıldı. Bu şekilde kurulan minbere çıktı ve herkesin işitebileceği yüksek bir sesle konuşmasına başladı: "Ey insanlar, yakında çağrılacağım ve o çağrıya icabet edeceğim. Ben sorumluyum, siz de sorumlusunuz. O hâlde ne diyeceksiniz?" Dinleyenler: "Senin aldığın mesajları duyurduğuna, nasihat ettiğine ve elinden gelen çabayı harcadığına şahadet ederiz. Allah seni hayırla ödüllendirsin" dediler. Peygamber sözlerine şöyle devam etti: "Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna, Allah'ın cennetinin gerçek olduğuna, kıyamet anının geleceğinde hiçbir şüphe olmadığına ve Allah'ın, mezarlardaki ölüleri tekrar dirilteceğine şahadet etmiş değil misiniz?" Dinleyicilerin: "Evet, bunlara şahadet ediyoruz" karşılığını vermeleri üzerine peygamber: "Allah'ım, şahit ol" dedi ve arkasından sözlerine şöyle devam et-ti: "Ben, önceden havuzumun başına varıp sizi bekleyeceğim. Siz bana, havuzumun yanında geleceksiniz. Havuzumun genişliği San'a ile Busra arası kadardır. Orada yıldızların sayısınca gümüş bardaklar vardır. Benim arkam-dan iki değerli emanetime karşı nasıl davranacağınıza bakın."
Peygamber son veda haccı görevini yerine getirip, Medine‟ye dönerken düşünceliydi. Fikrini yani kendi içinden geçen imamı insanlara açıklamanın getireceği sıkıntılardan endişeliydi. Çünkü bu yetenekli insan aynı zamanda akrabasıydı. Akrabası ama bu işlerde en çok kendisi yardımcı olmuştu. İmamlık görevini en iyi şekilde yerine getirebilecek kişiydi. Akrabası olmayanlar onun gibi mücadele etmemişlerdi. Ne Bedir, ne de Uhud savaşlarında kimse onun gibi savaşamamıştı. Uhud savaşında çoğu insan kaçarken, kendisi peygamberi öldürülmekten kurtardı. Hendek savaşında Arapların en büyük savaşçılarından Amr bin Abduved‟in karşısına kimse çıkma cesareti göstermezken, kendisi bu savaşçının hakkından gelmişti. Peygamber bu olay karşısında şunu söylemişti: “Ali‟nin Hendek gü-nündeki darbesi, ümmetimin kıyamete dek bütün amellerinden daha üstündür.” Hayber savaşında, bayrağı ilk önce Ebu Bekir, sonra da Ömer eline alıp meydana çıktı; ama bir zafer elde etmeksizin geri döndüler. Peygamber çareyi, bayrağı Ali‟ye vermekte gördü. Bu yüzden şöyle buyurdu: “Yarın bayrağı öyle bir kişiye vereceğim ki, o Allah‟ı ve resulünü seviyor; Allah ve resulü de onu seviyorlar.” Ali, Hayber kalesinin savaşçılarından önce Haris‟i sonra komutan Merhab‟ı öldürür. Bu yetenekli insan akrabası diye imamet makamının başına geçmemeli miydi yani? Onu imam seçmesi tepkile-rin doğmasına neden olacaktı ve halifeliğe geçmek isteyenler sorunlar çıkaracaklardı.
Dönüş yolundaki hac kafilesi Medine, Mısır ve Iraklıların yol ayrımı olan Gadir-i Hum denen yerin yakınındaki Rabiğ adındaki bölgeye varmışlardı. İşte hacılar bu kavşakta dağılıp bölgelerine gideceklerdi. Tam bu esnada benliğini saracak şekilde zihninde ayet belirdi. Maide suresinin 67. Tebliğ ayetinin gerçeği şöy-leydi: “Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et; Ali müminlerin yöneticisidir. Eğer bunu yapmazsan peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni in-sanlardan korur.”
Bu ayetle birlikte içini büyük bir huzur ve kendisine karşı çıkacak olanlara karşı bir cesaret oluştu. Bu görevi mutlaka yerine getirmeliydi çünkü o kadar önemli bir görevdi ki bunu yapmazsa hayatı boyunca yaptığı peygamberlik mücadelesi görevi yerine getirilmemiş olacaktı.
Artık Ali bin Ebu Talib‟in imametinin halka açıklanması, velayet hakkının tebliğ edilmesi görevi yerine getirilmeliydi. Bu amaçla peygamber kafileyi durdurdu. İlk grup Cuhfe‟ye yaklaştığında bunların geri dönmesini emretti. Geride kalanlarda artık rahatlıkla yetişiyorlardı. Hava çok sıcaktı. İnsanlar bir yandan ağaç gölgelerine sığınıyorlar, bir yandan da yaptıkları gölgeliklerde sıcaktan korunmaya çalışıyorlardı. Sıcaktan etkilenmemek için abalarının yarısını başlarına çekip, yarısını da ayaklarının altına sarıyorlardı.
Peygamberin konuşma yapabilmesi için deve semerleri üst üste yığıldı. Bu şekilde kurulan minbere çıktı ve herkesin işitebileceği yüksek bir sesle konuşmasına başladı: "Ey insanlar, yakında çağrılacağım ve o çağrıya icabet edeceğim. Ben sorumluyum, siz de sorumlusunuz. O hâlde ne diyeceksiniz?" Dinleyenler: "Senin aldığın mesajları duyurduğuna, nasihat ettiğine ve elinden gelen çabayı harcadığına şahadet ederiz. Allah seni hayırla ödüllendirsin" dediler. Peygamber sözlerine şöyle devam etti: "Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna, Allah'ın cennetinin gerçek olduğuna, kıyamet anının geleceğinde hiçbir şüphe olmadığına ve Allah'ın, mezarlardaki ölüleri tekrar dirilteceğine şahadet etmiş değil misiniz?" Dinleyicilerin: "Evet, bunlara şahadet ediyoruz" karşılığını vermeleri üzerine peygamber: "Allah'ım, şahit ol" dedi ve arkasından sözlerine şöyle devam et-ti: "Ben, önceden havuzumun başına varıp sizi bekleyeceğim. Siz bana, havuzumun yanında geleceksiniz. Havuzumun genişliği San'a ile Busra arası kadardır. Orada yıldızların sayısınca gümüş bardaklar vardır. Benim arkam-dan iki değerli emanetime karşı nasıl davranacağınıza bakın."