On dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında sanayileşmenin getirdiği sosyo-ekonomik sorunlar ve yeniden yapılanma süreçlerini tartışan Batı dünyası, yirmi birinci yüzyıla girerken sanayi-ötesi toplumlarda dönüşüm sürecini ve buna paralel olarak gelişen küresel değişimi tartışmaktadır. Ancak, açıkça ifade etmek gerekir ki, bu defa gözlenmekte olan değişim hem etkilerinin sadece iktisaden gelişmiş Batılı ülkelerle sınırlı kalmayıp hemen hemen tüm dünya ülkelerine yayılması, hem de dünya ölçeğinde ekonomi-politiğin yeniden yapılanmasını zorunlu kılması nedeniyle daha önceki değişimlerden daha etkili ve kapsamlıdır.
Bu bakımdan yaşanmakta olan dönüşüm sürecinin mahiyeti iyi anlaşılmak zorundadır. Yoksa, “dünyanın birinci liginde oynamak” veya “artık yüksek teknolojilerin global bir köy haline getirdiği dünyada kendimize yakışan saygın yerimizi almak” gibi düşünceler kulağa hoş gelen sloganlar olmaktan öteye geçemezler. Bu zorunluluk, henüz yapısal olarak sanayi-ötesi toplumların günümüzde karşılaşmakta olduğu sorunları yaşamıyorsa da, sahip olduğu ekonomik, kültürel ve siyasal potansiyellere bağlı olarak ekonomileri globalleştikçe benzer sorunlarla yakın bir gelecekte karşılaşması muhtemel olan bizim gibi ülkelerin aydınları tarafından önemli bir görev olarak algılanmalıdır.
On dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında sanayileşmenin getirdiği sosyo-ekonomik sorunlar ve yeniden yapılanma süreçlerini tartışan Batı dünyası, yirmi birinci yüzyıla girerken sanayi-ötesi toplumlarda dönüşüm sürecini ve buna paralel olarak gelişen küresel değişimi tartışmaktadır. Ancak, açıkça ifade etmek gerekir ki, bu defa gözlenmekte olan değişim hem etkilerinin sadece iktisaden gelişmiş Batılı ülkelerle sınırlı kalmayıp hemen hemen tüm dünya ülkelerine yayılması, hem de dünya ölçeğinde ekonomi-politiğin yeniden yapılanmasını zorunlu kılması nedeniyle daha önceki değişimlerden daha etkili ve kapsamlıdır.
Bu bakımdan yaşanmakta olan dönüşüm sürecinin mahiyeti iyi anlaşılmak zorundadır. Yoksa, “dünyanın birinci liginde oynamak” veya “artık yüksek teknolojilerin global bir köy haline getirdiği dünyada kendimize yakışan saygın yerimizi almak” gibi düşünceler kulağa hoş gelen sloganlar olmaktan öteye geçemezler. Bu zorunluluk, henüz yapısal olarak sanayi-ötesi toplumların günümüzde karşılaşmakta olduğu sorunları yaşamıyorsa da, sahip olduğu ekonomik, kültürel ve siyasal potansiyellere bağlı olarak ekonomileri globalleştikçe benzer sorunlarla yakın bir gelecekte karşılaşması muhtemel olan bizim gibi ülkelerin aydınları tarafından önemli bir görev olarak algılanmalıdır.