Konusunu kutsal kitaplardan alan Yûsuf u Züleyha mesnevileri, Türk edebiyatında XIII. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar aralıksız bir şekilde kaleme alınmıştır. Yusuf u Züleyha mesnevileri, en büyük ilgiyi Osmanlı sahasında yetişen şairlerden görmesine rağmen İran'da Azeri Türkçesiyle şiirler yazan şairler tarafından da yazılmıştır. İran'da bu mesnevinin ilk örnekleri Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakub döneminde, Tebrizli Hatâyî ve Tebrizli Ahmedî tarafından verilmiştir. Akkoyunlular'dan sonra kurulan Safeviler devletinde ise Türkçe yazılan ilk Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi Şemsî'ye aittir. Tek nüshası Tebriz Milli Kütüphanesi'nde bulunan mesnevinin müellifi Şemsi ile ilgili kaynaklarda herhangi bilgi mevcut değildir. Sade ve anlaşılır bir dili olan eser, genel itibariyle Azeri Türkçesinin dil hususiyetlerini taşımaktadır. 1525 yılında yazılan mesnevi, Şah Tahmasb'ın saltanat yıllarına denk gelmektedir. Mesnevinin Fars dili ve edebiyatının merkezi konumundaki bir coğrafyada bu şekilde sade bir Türkçeyle yazılması, Safeviler döneminde Türkçenin gördüğü itibarı göstermesi bakımından önemlidir.
Konusunu kutsal kitaplardan alan Yûsuf u Züleyha mesnevileri, Türk edebiyatında XIII. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar aralıksız bir şekilde kaleme alınmıştır. Yusuf u Züleyha mesnevileri, en büyük ilgiyi Osmanlı sahasında yetişen şairlerden görmesine rağmen İran'da Azeri Türkçesiyle şiirler yazan şairler tarafından da yazılmıştır. İran'da bu mesnevinin ilk örnekleri Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakub döneminde, Tebrizli Hatâyî ve Tebrizli Ahmedî tarafından verilmiştir. Akkoyunlular'dan sonra kurulan Safeviler devletinde ise Türkçe yazılan ilk Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi Şemsî'ye aittir. Tek nüshası Tebriz Milli Kütüphanesi'nde bulunan mesnevinin müellifi Şemsi ile ilgili kaynaklarda herhangi bilgi mevcut değildir. Sade ve anlaşılır bir dili olan eser, genel itibariyle Azeri Türkçesinin dil hususiyetlerini taşımaktadır. 1525 yılında yazılan mesnevi, Şah Tahmasb'ın saltanat yıllarına denk gelmektedir. Mesnevinin Fars dili ve edebiyatının merkezi konumundaki bir coğrafyada bu şekilde sade bir Türkçeyle yazılması, Safeviler döneminde Türkçenin gördüğü itibarı göstermesi bakımından önemlidir.