Akmakta olan dupduru bir su, imgelemi dipte ışıl ışıl yanan rengârenk çakıl taşları gibi. Göz alıcı,sahici, içten. Ama söylediğinden fazlası Dilzar Dilok ve şiiri.
Kendi duyarlığı dışında, salt kendi başına var olan bir dış dünyaya sıkışmıyor. Dokunduğundasadece temas ettiği şeyden gelmiyor gerçeğin sesi, daha uzak, daha yüksek, ama daha berrak vegörünür bir başka yerleşkeden yankılanıyor. Şiirinin yerleştiği bu yeni evrende sınırlı ‘ben', onu birvakitler sıkı sıkıya bulunduğu zemine bağlayan yerçekiminden kurtuluyor ve en geniş anlamıylaulaşabildiği “insan”, artık yaşantı ve anlayış yeteneğiyle dâhil olabileceği sayısız bir ilişkiler evreninhem parçası hem de bütünü oluveriyor. Yerinde bir gözlem; sözcükleri, dizeleri yan yana alt altasıralarken şair de matematikçinin, kimyacının, fizikçinin, biyoloğun keşfettiği yasanın buyruğunu
izler.
Fakat bu Dîlok'ta yalnızca açılan yolda yürümeye başladığı ilk zamanlara özgü. Yolculuğununsonraki aşamalarında işler büsbütün değişiyor. Çünkü şair sadece gerçeğin, görünen dış dünyanınsomut bir parçası değil, aynı zamanda belirli bir zamanın, belirli bir toplumsal yapının, bir halkın, birgurubun insanı olarak bilim insanının keşfettiği yasanın kapsamından, gözlemlenebilir hakikatintoplamından çok daha geniş bir hakikat yaratıyor. Kişiliği, yaradılışı, kendine özgü görme biçimi,daha kapsamlı bir gerçeklik yaratma gücü vermiştir ona. Çünkü bir bilim insanından farklı olarakşair, gerçeklikle düş gücünü birleştirmiştir. Fiziğin, kimyanın, biyolojinin ikramına bireysel
yaşantıların, korkuların, acıların, umutların, sezgilerin, heyecanların, hayallerin çeşnilerinden katmışve onlardan artık yepyeni tatlar ve lezzetler meydana getirmiştir…
Akmakta olan dupduru bir su, imgelemi dipte ışıl ışıl yanan rengârenk çakıl taşları gibi. Göz alıcı,sahici, içten. Ama söylediğinden fazlası Dilzar Dilok ve şiiri.
Kendi duyarlığı dışında, salt kendi başına var olan bir dış dünyaya sıkışmıyor. Dokunduğundasadece temas ettiği şeyden gelmiyor gerçeğin sesi, daha uzak, daha yüksek, ama daha berrak vegörünür bir başka yerleşkeden yankılanıyor. Şiirinin yerleştiği bu yeni evrende sınırlı ‘ben', onu birvakitler sıkı sıkıya bulunduğu zemine bağlayan yerçekiminden kurtuluyor ve en geniş anlamıylaulaşabildiği “insan”, artık yaşantı ve anlayış yeteneğiyle dâhil olabileceği sayısız bir ilişkiler evreninhem parçası hem de bütünü oluveriyor. Yerinde bir gözlem; sözcükleri, dizeleri yan yana alt altasıralarken şair de matematikçinin, kimyacının, fizikçinin, biyoloğun keşfettiği yasanın buyruğunu
izler.
Fakat bu Dîlok'ta yalnızca açılan yolda yürümeye başladığı ilk zamanlara özgü. Yolculuğununsonraki aşamalarında işler büsbütün değişiyor. Çünkü şair sadece gerçeğin, görünen dış dünyanınsomut bir parçası değil, aynı zamanda belirli bir zamanın, belirli bir toplumsal yapının, bir halkın, birgurubun insanı olarak bilim insanının keşfettiği yasanın kapsamından, gözlemlenebilir hakikatintoplamından çok daha geniş bir hakikat yaratıyor. Kişiliği, yaradılışı, kendine özgü görme biçimi,daha kapsamlı bir gerçeklik yaratma gücü vermiştir ona. Çünkü bir bilim insanından farklı olarakşair, gerçeklikle düş gücünü birleştirmiştir. Fiziğin, kimyanın, biyolojinin ikramına bireysel
yaşantıların, korkuların, acıların, umutların, sezgilerin, heyecanların, hayallerin çeşnilerinden katmışve onlardan artık yepyeni tatlar ve lezzetler meydana getirmiştir…