Bazen şehirler anlatır insanı bazen insanlar anlatır şehirleri. Yeter ki hissedebilin...”şapka”mı takıp sokaklara indim. Hissedebilmek ve insanın hikayesini duyabilmek için...”güneşin kenti” yağmurlarını azar azar döküyordu. İnsan da yağmurlarını azar azar dökmez mi? Bunu cimriliğinden yapmaz, döktüğü yer incinmesin ister...Siz hiç “kayıp kitap” ı aradınız mı? Benim ömrüm onu aramakla geçti. Bulabilmek için çok ıslattım kendimi; harflerle, kelimelerle, cümlelerle, öykülerle, şiirlerle...Bazen çok “uzak” da zannettim. Soranlar oldu neredesin diye; “bir yoldayım” dedim...Bu yolculukta hiç yalnız kalmadım. Bazen bir “kelebeğin kanadı” eşlik etti bana bazen bir “kırmızı araba”...Şehirler içerisinde “kaos” barındırırlar. Tüm bu “çekişmesiz yargı” içerisinde haykırmak istersin. Hani haykırsan tüm herkes susacakmış gibi hissedersin. Olmaz ama öyle...Hiç olmadı...”sessizlik” hep baskın geldi. Bu gri şehri hep maviye boyadım; “mavi değil mavi gibi” ama. Ben boyadıkça üstünü karaladılar, simsiyah yaptılar. Siyahın üstünü tekrar boya tutar mı...Eğer tutarsa şayet üzerine “hayat güzeldir” yazmak istiyorum da...Yine bir “umutsuzluk” kapladı beni. Neden buna müsade ediyorum ki neden buna müsade ediyorsunuz ki...Küçükken sokağımıza “güz düşü” hakimdi. Bir gün uyandırılacağımız hiç aklıma gelmezdi. Penceresinden sarkan “billur anne” seslenirdi sokakta oynayan çocuklara koşun “pilaki” yaptım. Bir yemekten çok daha fazlasıydı. “sevgi” den daha fazlası var mı...”aşk” mı diyorsunuz; sanmıyorum. o sadece bir “eylem-i meşru”. Ötesini görmek meselemiz. Görmek zor değil, dedim ya hissetmek zor...aklımda tüm bu “alengirli şiirler” anılarla yer değiştirirken “mahfuz liman” da buldum kendimi. Cebimde ise bana yazılan son mektup. İzin verirseniz şimdi biraz seninle konuşmak istiyorum...
Bazen şehirler anlatır insanı bazen insanlar anlatır şehirleri. Yeter ki hissedebilin...”şapka”mı takıp sokaklara indim. Hissedebilmek ve insanın hikayesini duyabilmek için...”güneşin kenti” yağmurlarını azar azar döküyordu. İnsan da yağmurlarını azar azar dökmez mi? Bunu cimriliğinden yapmaz, döktüğü yer incinmesin ister...Siz hiç “kayıp kitap” ı aradınız mı? Benim ömrüm onu aramakla geçti. Bulabilmek için çok ıslattım kendimi; harflerle, kelimelerle, cümlelerle, öykülerle, şiirlerle...Bazen çok “uzak” da zannettim. Soranlar oldu neredesin diye; “bir yoldayım” dedim...Bu yolculukta hiç yalnız kalmadım. Bazen bir “kelebeğin kanadı” eşlik etti bana bazen bir “kırmızı araba”...Şehirler içerisinde “kaos” barındırırlar. Tüm bu “çekişmesiz yargı” içerisinde haykırmak istersin. Hani haykırsan tüm herkes susacakmış gibi hissedersin. Olmaz ama öyle...Hiç olmadı...”sessizlik” hep baskın geldi. Bu gri şehri hep maviye boyadım; “mavi değil mavi gibi” ama. Ben boyadıkça üstünü karaladılar, simsiyah yaptılar. Siyahın üstünü tekrar boya tutar mı...Eğer tutarsa şayet üzerine “hayat güzeldir” yazmak istiyorum da...Yine bir “umutsuzluk” kapladı beni. Neden buna müsade ediyorum ki neden buna müsade ediyorsunuz ki...Küçükken sokağımıza “güz düşü” hakimdi. Bir gün uyandırılacağımız hiç aklıma gelmezdi. Penceresinden sarkan “billur anne” seslenirdi sokakta oynayan çocuklara koşun “pilaki” yaptım. Bir yemekten çok daha fazlasıydı. “sevgi” den daha fazlası var mı...”aşk” mı diyorsunuz; sanmıyorum. o sadece bir “eylem-i meşru”. Ötesini görmek meselemiz. Görmek zor değil, dedim ya hissetmek zor...aklımda tüm bu “alengirli şiirler” anılarla yer değiştirirken “mahfuz liman” da buldum kendimi. Cebimde ise bana yazılan son mektup. İzin verirseniz şimdi biraz seninle konuşmak istiyorum...