Kaç yıldır gelmemiştim bu eve, kaç yıldır yolculuğum yoktu anılara, bu armut ağacı hep burada mıydı ne zaman dikilmiş ne zaman büyümüş ne kadar boynunu uzatmıştı? Ya ikinci katın ahşap kapısı ne zamandır demir olmuştu ne zamandır tahta merdiven, betona dönüşmüş, ne zamandır samanlığın yerine garaj yapılmıştı? Traktör yoktu kapıda, römork, pulluk da çoktan kaybolmuştu. Izgara, tapan, kültivatör, anadut ve dirgen de yoktu yerinde… Bodrumda bir eski sarat, bir kalbur, bir kağnı tekeri… Üst katta salonda kocaman bir LCD TV, bir de nemlenmiş şofben banyoda…
Babamın anıları ve çalışma ortamıyla derin bir yolculuğa çıkmayı umarken bir sesle irkildim: “Devrimci buraya gel!” dedi Aliye ablam. “Ne diyorsun evi müteahhide vermeye? Biz aramızda konuştuk, anlaştık.” “Peki.” dedim. “Verelim.” Sığınabileceğimiz bir liman, gidebileceğimiz bir evimiz olmayacaktı artık Türkiye'de. Kendimi çıplak hissettim, tıpkı yıllar önce hissettiğim gibi ODTÜ'de okurken MİT'in ajanlık teklifini reddedip fakülteyi bıraktığımda “Şizofren” teşhisi koymuştu doktor. Annemi ve babamı uyutup gece servileri keserken “Ağlıyor oğlum, ağaçlar, yapma! Taa ben buradan duyuyorum hıçkırıklarını,” demişti annem.
Sahi bu evde yaşananları kaç paraya satacaktık, nasıl yaşantımıza devam edebilecek, nasıl anıları yok sayacaktık? Müteahhit, bu evde yaşananların parasını ödeyebilir miydi bize, buna gücü yeter miydi?
Dışarıya çıktım, hüzünle baktım eve. Bu, son bakıştı, bunu biliyordum. Evin sıvası bir yara gibi kanıyordu. Sıvası dökülmüştü, ağlıyordu sanki.
Kaç yıldır gelmemiştim bu eve, kaç yıldır yolculuğum yoktu anılara, bu armut ağacı hep burada mıydı ne zaman dikilmiş ne zaman büyümüş ne kadar boynunu uzatmıştı? Ya ikinci katın ahşap kapısı ne zamandır demir olmuştu ne zamandır tahta merdiven, betona dönüşmüş, ne zamandır samanlığın yerine garaj yapılmıştı? Traktör yoktu kapıda, römork, pulluk da çoktan kaybolmuştu. Izgara, tapan, kültivatör, anadut ve dirgen de yoktu yerinde… Bodrumda bir eski sarat, bir kalbur, bir kağnı tekeri… Üst katta salonda kocaman bir LCD TV, bir de nemlenmiş şofben banyoda…
Babamın anıları ve çalışma ortamıyla derin bir yolculuğa çıkmayı umarken bir sesle irkildim: “Devrimci buraya gel!” dedi Aliye ablam. “Ne diyorsun evi müteahhide vermeye? Biz aramızda konuştuk, anlaştık.” “Peki.” dedim. “Verelim.” Sığınabileceğimiz bir liman, gidebileceğimiz bir evimiz olmayacaktı artık Türkiye'de. Kendimi çıplak hissettim, tıpkı yıllar önce hissettiğim gibi ODTÜ'de okurken MİT'in ajanlık teklifini reddedip fakülteyi bıraktığımda “Şizofren” teşhisi koymuştu doktor. Annemi ve babamı uyutup gece servileri keserken “Ağlıyor oğlum, ağaçlar, yapma! Taa ben buradan duyuyorum hıçkırıklarını,” demişti annem.
Sahi bu evde yaşananları kaç paraya satacaktık, nasıl yaşantımıza devam edebilecek, nasıl anıları yok sayacaktık? Müteahhit, bu evde yaşananların parasını ödeyebilir miydi bize, buna gücü yeter miydi?
Dışarıya çıktım, hüzünle baktım eve. Bu, son bakıştı, bunu biliyordum. Evin sıvası bir yara gibi kanıyordu. Sıvası dökülmüştü, ağlıyordu sanki.