Saatlerdir ilerliyoruz. Radyoda cızırtılı bir Aşık Veysel türküsü devri daim ediyor. Köyler geçiyoruz, küçük mezralar... Bazen soluk bir ışığın altındaki banklarda uyuklayan kasabalardan aşıyoruz. Dışarıdan bakıldığında hepsi aynı… Eskimeye yüz tutmuş taş binalar, kimi zaman asfalt kimi zaman toprak yollar, sinesinde acı–tatlı nice anıları barındıran viran olmuş kerpiç evler; köylü bir kızın kilitli çeyiz sandığı, yaz geldiğinde davullu zurnalı düğünler, ebedi sükutun ardından yükselen dilsiz bir ağıt, yağmursuz geçen onca mevsim ve en nihayetinde tüm bunların toplamından ibaret kocaman ve alabildiğine uzun bir bozkır yalnızlığı...
Saatlerdir ilerliyoruz. Radyoda cızırtılı bir Aşık Veysel türküsü devri daim ediyor. Köyler geçiyoruz, küçük mezralar... Bazen soluk bir ışığın altındaki banklarda uyuklayan kasabalardan aşıyoruz. Dışarıdan bakıldığında hepsi aynı… Eskimeye yüz tutmuş taş binalar, kimi zaman asfalt kimi zaman toprak yollar, sinesinde acı–tatlı nice anıları barındıran viran olmuş kerpiç evler; köylü bir kızın kilitli çeyiz sandığı, yaz geldiğinde davullu zurnalı düğünler, ebedi sükutun ardından yükselen dilsiz bir ağıt, yağmursuz geçen onca mevsim ve en nihayetinde tüm bunların toplamından ibaret kocaman ve alabildiğine uzun bir bozkır yalnızlığı...