Devlet ile bireyin yetkilerinin paylaştırıldığı kamu hukuku disiplinlerinde benimsenen kanunilik prensibinin özellikle Kıta Avrupası sistemi kapsamındaki hukuk düzenlerinde en çok itibar gören birkaç ilkeden biri olduğu söylenebilir. Devletin cezalandırma yetkisini kullandığı alan, bireyin haklarının en çok tehdit edildiği ve bu nedenle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin sağlayacağı güvenceye en fazla ihtiyaç duyulan uygulama sahasını oluşturmaktadır. Öte yandan, kanunilik prensibi anayasal boyutu açısından ele alındığında, kamu iktidarının sınırlandırılması amacı başta olmak üzere anayasal düşünce ile ilkenin düşünsel kökenleri ve tarihi gelişimi arasında yakın bağlantılar ve paralellikler olduğu gözlemlenmektedir. Bu nedenlerin, yazarı kanunilik ilkesinin anayasal temellerini konu edinen bir çalışmayı hayata geçirmeye sevk etmiş olduğu düşünülebilir.
Hukuk düzenlerinin kurumsallaşması ve insan haklarının gelişmesi şeklinde iki tarihi dinamiğe dayandığı söylenebilecek olan kanunilik ilkesinin anayasal kökenleri, "anayasal" kelimesinin düalist yapısından hareketle iki noktaya atıfta bulunmaktadır: normatif köken ve düşünsel köken. Bir yandan, ilkeyi dolaylı veya doğrudan düzenleyen anayasal belgeler, uluslararası antlaşmalar, anayasalar, kanunlar, diğer düzenleyici işlemler ve teamüli hukuk kuralları; diğer yandan, ilkeye duyulan ihtiyacın yarattığı iddialar, akıl yürütmeler ve tartışmalardan oluşan fikri birikim, kanunilik ilkesinin anayasal orijinini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, çalışma, prensibi anayasal teriminin her iki anlamından hareketle inceleme kaygısıyla kaleme alınmış görünmektedir. İstisnaları olmakla birlikte, düşüncenin norma takaddüm ettiği göz önünde bulundurulursa, sistematik içerisinde kanunilik ilkesinin, önce düşünsel temellerinin, ardından pozitif hukuktaki yansımalarının değerlendirilmesi doğaldır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, düşünsel ve normatif gelişimi içerisinde, daima, devletin asimetrik cezalandırma yetkisine karşı birey haklarının korunması, adaletin ve hukuki himayenin sağlanması arayışının bir ürünü olmuştur ve temelde bir uygulama sorunu olmaya devam edecektir.
Devlet ile bireyin yetkilerinin paylaştırıldığı kamu hukuku disiplinlerinde benimsenen kanunilik prensibinin özellikle Kıta Avrupası sistemi kapsamındaki hukuk düzenlerinde en çok itibar gören birkaç ilkeden biri olduğu söylenebilir. Devletin cezalandırma yetkisini kullandığı alan, bireyin haklarının en çok tehdit edildiği ve bu nedenle suçta ve cezada kanunilik ilkesinin sağlayacağı güvenceye en fazla ihtiyaç duyulan uygulama sahasını oluşturmaktadır. Öte yandan, kanunilik prensibi anayasal boyutu açısından ele alındığında, kamu iktidarının sınırlandırılması amacı başta olmak üzere anayasal düşünce ile ilkenin düşünsel kökenleri ve tarihi gelişimi arasında yakın bağlantılar ve paralellikler olduğu gözlemlenmektedir. Bu nedenlerin, yazarı kanunilik ilkesinin anayasal temellerini konu edinen bir çalışmayı hayata geçirmeye sevk etmiş olduğu düşünülebilir.
Hukuk düzenlerinin kurumsallaşması ve insan haklarının gelişmesi şeklinde iki tarihi dinamiğe dayandığı söylenebilecek olan kanunilik ilkesinin anayasal kökenleri, "anayasal" kelimesinin düalist yapısından hareketle iki noktaya atıfta bulunmaktadır: normatif köken ve düşünsel köken. Bir yandan, ilkeyi dolaylı veya doğrudan düzenleyen anayasal belgeler, uluslararası antlaşmalar, anayasalar, kanunlar, diğer düzenleyici işlemler ve teamüli hukuk kuralları; diğer yandan, ilkeye duyulan ihtiyacın yarattığı iddialar, akıl yürütmeler ve tartışmalardan oluşan fikri birikim, kanunilik ilkesinin anayasal orijinini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, çalışma, prensibi anayasal teriminin her iki anlamından hareketle inceleme kaygısıyla kaleme alınmış görünmektedir. İstisnaları olmakla birlikte, düşüncenin norma takaddüm ettiği göz önünde bulundurulursa, sistematik içerisinde kanunilik ilkesinin, önce düşünsel temellerinin, ardından pozitif hukuktaki yansımalarının değerlendirilmesi doğaldır. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, düşünsel ve normatif gelişimi içerisinde, daima, devletin asimetrik cezalandırma yetkisine karşı birey haklarının korunması, adaletin ve hukuki himayenin sağlanması arayışının bir ürünü olmuştur ve temelde bir uygulama sorunu olmaya devam edecektir.