7. yüzyıldan itibaren Oğuz boyları akıncılarının Irak ve Suriye'de görünmeye başladığı ve yoğun Türk göçlerinin 10. ve 11. yüzyıllarda gerçekleştiği bilinmektedir. 1064 yılında bölgeye gelen ilk Türkler, Karahanlıların Batı Kolu hükümdarı Tamgaç Han'ın oğlu olan Hanoğlu Harun Bey ve ona bağlı 1000 kadar atlı Oğuz'dur. Suriye'ye yerleşen Oğuz boyları iki koldan ilerlemiştir. Bozoklara mensup Bayat, Avşar, Beğdili, Döğer boyları; Halep, Hama, Humus, ve Şam yöresine, Üçok koluna mensup Yüreğir,Yıva,Kınık,Bayındır,Salur ve Eymür boyları ise Lazkiye ve Trablusşam istikametinde Ensariye dağlarının batısına yerleşmişlerdir. Suriye'de nüfusun yaklaşık % 16'nı oluşturan 3,5 milyon Türkmen Halep, Humus, Hama, Lazkiye (Bayır Bucak), Şam, Kuneytra ve Rakka'da yaşamaktadır.
Unutmayalım ki, bugün güney illerimizde sınıra yakın yerleşim yerlerinde yaşayanlar 1921 Ankara anlaşması ile tespit edilen sınırlara göre bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayılan birer Türk'türler. Şayet sınır hattı 20-30 km kuzeyden geçirilseydi buralarda yaşayanlar da bugün Suriye Türkmeni kabul edilecekti. Geçmişte Saddam rejiminden kaçarak Özal'ın isteği ile Türkiye'ye kabul edilen Kürtlere, Araplara, Suriye'den ve Irak'tan bize sığınan Yezidi ve Süryanilere, ülkemizde kaçak işçi olarak yaşayan Ermenilere karşı gösterilen resmi ve özel ilginin, hoşgörünün ve yardımın çok daha fazlası kadim kardeşlerimiz Türk'menlere de tereddütsüz gösterilmelidir. Türkmenler asla sığınmacı, kaçkın, vatansız göçmen olarak değil belki de bugüne kadar yaşadıkları ile yüce Tanrının Türk milletine müjdelediği bu vatanın öz sahipleri arasında kabul görmelidirler.
Aramızdaki sınır varsa eğer tel örgüden ibarettir. Aramızda akrabalık bağı, kan bağı vardır. Bu bağın adı Türk'lüktür. Bu nedenle bugün ata topraklarında misafir olarak bulunan Türkmenler kardeşlerimizi sevmek, dertlerini, üzüntülerini, acılarını paylaşmak en basit şekliyle sorumluluk, ahlak ve ahde vefa gereğidir. Rahmetli Galip Erdem'in de dediği gibi ”Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte de birleşmeğe mecburdurlar. Aksi takdirde millet sevgileri, kimsenin inanmayacağı boş bir laftan ibaret kalır.”
7. yüzyıldan itibaren Oğuz boyları akıncılarının Irak ve Suriye'de görünmeye başladığı ve yoğun Türk göçlerinin 10. ve 11. yüzyıllarda gerçekleştiği bilinmektedir. 1064 yılında bölgeye gelen ilk Türkler, Karahanlıların Batı Kolu hükümdarı Tamgaç Han'ın oğlu olan Hanoğlu Harun Bey ve ona bağlı 1000 kadar atlı Oğuz'dur. Suriye'ye yerleşen Oğuz boyları iki koldan ilerlemiştir. Bozoklara mensup Bayat, Avşar, Beğdili, Döğer boyları; Halep, Hama, Humus, ve Şam yöresine, Üçok koluna mensup Yüreğir,Yıva,Kınık,Bayındır,Salur ve Eymür boyları ise Lazkiye ve Trablusşam istikametinde Ensariye dağlarının batısına yerleşmişlerdir. Suriye'de nüfusun yaklaşık % 16'nı oluşturan 3,5 milyon Türkmen Halep, Humus, Hama, Lazkiye (Bayır Bucak), Şam, Kuneytra ve Rakka'da yaşamaktadır.
Unutmayalım ki, bugün güney illerimizde sınıra yakın yerleşim yerlerinde yaşayanlar 1921 Ankara anlaşması ile tespit edilen sınırlara göre bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayılan birer Türk'türler. Şayet sınır hattı 20-30 km kuzeyden geçirilseydi buralarda yaşayanlar da bugün Suriye Türkmeni kabul edilecekti. Geçmişte Saddam rejiminden kaçarak Özal'ın isteği ile Türkiye'ye kabul edilen Kürtlere, Araplara, Suriye'den ve Irak'tan bize sığınan Yezidi ve Süryanilere, ülkemizde kaçak işçi olarak yaşayan Ermenilere karşı gösterilen resmi ve özel ilginin, hoşgörünün ve yardımın çok daha fazlası kadim kardeşlerimiz Türk'menlere de tereddütsüz gösterilmelidir. Türkmenler asla sığınmacı, kaçkın, vatansız göçmen olarak değil belki de bugüne kadar yaşadıkları ile yüce Tanrının Türk milletine müjdelediği bu vatanın öz sahipleri arasında kabul görmelidirler.
Aramızdaki sınır varsa eğer tel örgüden ibarettir. Aramızda akrabalık bağı, kan bağı vardır. Bu bağın adı Türk'lüktür. Bu nedenle bugün ata topraklarında misafir olarak bulunan Türkmenler kardeşlerimizi sevmek, dertlerini, üzüntülerini, acılarını paylaşmak en basit şekliyle sorumluluk, ahlak ve ahde vefa gereğidir. Rahmetli Galip Erdem'in de dediği gibi ”Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte de birleşmeğe mecburdurlar. Aksi takdirde millet sevgileri, kimsenin inanmayacağı boş bir laftan ibaret kalır.”