Kulluk ve itaat arasında ne fark vardır?
Kulluk kavramı itaati kuşatmasına rağmen itaat kavramı kulluğu kuşatıcı bir kavram değildir. Başka bir deyişle her kullukta itaat olmasına rağmen her itaatta kulluk yoktur. İtaatin kulluk olabilmesi için bu itaatin herhangi bir şarta bağımlı olmayan, herşeye rağmen ve gönülden olması gereklidir. Peygamberlere gönülden iman ve itaat edilmesi, Allah'ın emri gereği bir iman ve itaat olduğu için, bu yaklaşım da yalnızca Allah'a kulluğun bir ifadesidir.
Müslümanların peygamberler dışındaki alim veya yetkin kimselere itaatleri ise şartlı itaatlerdir. Nitekim "Sizden olan ulu l emre itaat edin" buyruğunda bu şart zikredilmekte ve müslümanların itaat edecekleri ulu l emrin, müslümanlardan olması öngörülmektedir. Ulu l emrin müslümanlardan olması ise, bu ulu l emrin de müslüman olmasını ve müslümanları bağlayıcı bütün İlahi hükümleri dikkate almasını gerektirmektedir. Şayet Allah'ın hükümlerine göre belirlenen bu şartlar kaldırılır, gözardı edilir ve söz konusu merciye herşeye rağmen itaat edilerse, bu itaat kulluk sınırlarına giren bir itaattir ki; kulluk edeni dinden çıkardığı gibi kendisine kulluk edildiğini bilip, buna rıza gösterenleri de dinden çıkarır.
İtaat ve kulluk arasında bu ayırıcı özelliği dikkate alarak tağuta itaat ve tağuta kulluk üzerinde durabiliriz. Bunları ayrı ayrı zikretmemizin nedeni, tağuta yönelik her itaat kulluk olmadığı içindir. Nitekim cahili toplumlarda yaşayan müslümanların öncelikle tağuta itaatten değil, tağuta kulluktan ictinap etmeleri emredilmektedir. Tağuti bir hükme veya kurala itaat etmenin, tağuta kulluk kapsamına girip girmediğinin anlaşılabilmesi, meselenin önemli olan iki boyutuna açıklık getirilmesiyle mümkündür.
Meselinin ilk boyutu itikadi boyuttur.
Tağuti otoriteyi, herşeye rağmen itaat edilmesi gereken bir merci olarak gören kimseler, bu itikadi yaklaşım ile tağuta kulluğu peşinen kabul eden kimselerdir. Meseleye bu itikadla yaklaşan kimselerin, tağutun hangi hüküm veya kuralına itaat ettiği de pek önemli değildir. Çünkü tağutu veya firavunu, herşeye rağmen itaat edilmesi gereken bir merci olarak gören kimselerin, firavuna secde etmeleri değil, firavuna bir bardak su götürmeleri dahi firavuna kulluk kapsamına giren bir eylemdir.
Tağuta her şeye rağmen ve gönülden itaat eden bu gibi insanlar, İslam'ın emrettiği namaz, oruç ve hacc gibi bazı dini vecibeleri yerine getirdiklerini iddia etseler bile, tağuta kulluk yapan bu kişileri müslüman olarak kabul edemeyiz. Çünkü İslam akidesini kabul eden müslümanların, tağuta veya firavunlara böylesi teslimiyetçi bir itikadla yaklaşmaları söz konusu değildir. Müslümanlar, tağutun veya firavunun ilahlık iddialarını "La ilahe" diyerek reddeden ve itikadi bir sapmaya girmeyen kimselerdir.
Meselenin ikinci boyutu ise, itaat edilen kanun veya kuralın niteliğidir.
Tağutun şeytani otoritesini reddederek itikadi bir sapmaya girmeyen müslümanların karşılaştıkları kanun, kural veya emir, tağutun belirlediği hüküm, kural veya emir olmasına rağmen, müslümanların şer'an menedildiği bir hüküm veya kural değilse, bunlara şartlar gereği olarak itaat eden bir müslüman küfre girmez. Çünkü cahili toplumda yaşayan müslümanın bu itaati, Allah'ın hükmüne rağmen bir itaat olmadığı için, tağuta yönelik bu itaat, tağuta kulluk değildir.
Kulluk ve itaat arasında ne fark vardır?
Kulluk kavramı itaati kuşatmasına rağmen itaat kavramı kulluğu kuşatıcı bir kavram değildir. Başka bir deyişle her kullukta itaat olmasına rağmen her itaatta kulluk yoktur. İtaatin kulluk olabilmesi için bu itaatin herhangi bir şarta bağımlı olmayan, herşeye rağmen ve gönülden olması gereklidir. Peygamberlere gönülden iman ve itaat edilmesi, Allah'ın emri gereği bir iman ve itaat olduğu için, bu yaklaşım da yalnızca Allah'a kulluğun bir ifadesidir.
Müslümanların peygamberler dışındaki alim veya yetkin kimselere itaatleri ise şartlı itaatlerdir. Nitekim "Sizden olan ulu l emre itaat edin" buyruğunda bu şart zikredilmekte ve müslümanların itaat edecekleri ulu l emrin, müslümanlardan olması öngörülmektedir. Ulu l emrin müslümanlardan olması ise, bu ulu l emrin de müslüman olmasını ve müslümanları bağlayıcı bütün İlahi hükümleri dikkate almasını gerektirmektedir. Şayet Allah'ın hükümlerine göre belirlenen bu şartlar kaldırılır, gözardı edilir ve söz konusu merciye herşeye rağmen itaat edilerse, bu itaat kulluk sınırlarına giren bir itaattir ki; kulluk edeni dinden çıkardığı gibi kendisine kulluk edildiğini bilip, buna rıza gösterenleri de dinden çıkarır.
İtaat ve kulluk arasında bu ayırıcı özelliği dikkate alarak tağuta itaat ve tağuta kulluk üzerinde durabiliriz. Bunları ayrı ayrı zikretmemizin nedeni, tağuta yönelik her itaat kulluk olmadığı içindir. Nitekim cahili toplumlarda yaşayan müslümanların öncelikle tağuta itaatten değil, tağuta kulluktan ictinap etmeleri emredilmektedir. Tağuti bir hükme veya kurala itaat etmenin, tağuta kulluk kapsamına girip girmediğinin anlaşılabilmesi, meselenin önemli olan iki boyutuna açıklık getirilmesiyle mümkündür.
Meselinin ilk boyutu itikadi boyuttur.
Tağuti otoriteyi, herşeye rağmen itaat edilmesi gereken bir merci olarak gören kimseler, bu itikadi yaklaşım ile tağuta kulluğu peşinen kabul eden kimselerdir. Meseleye bu itikadla yaklaşan kimselerin, tağutun hangi hüküm veya kuralına itaat ettiği de pek önemli değildir. Çünkü tağutu veya firavunu, herşeye rağmen itaat edilmesi gereken bir merci olarak gören kimselerin, firavuna secde etmeleri değil, firavuna bir bardak su götürmeleri dahi firavuna kulluk kapsamına giren bir eylemdir.
Tağuta her şeye rağmen ve gönülden itaat eden bu gibi insanlar, İslam'ın emrettiği namaz, oruç ve hacc gibi bazı dini vecibeleri yerine getirdiklerini iddia etseler bile, tağuta kulluk yapan bu kişileri müslüman olarak kabul edemeyiz. Çünkü İslam akidesini kabul eden müslümanların, tağuta veya firavunlara böylesi teslimiyetçi bir itikadla yaklaşmaları söz konusu değildir. Müslümanlar, tağutun veya firavunun ilahlık iddialarını "La ilahe" diyerek reddeden ve itikadi bir sapmaya girmeyen kimselerdir.
Meselenin ikinci boyutu ise, itaat edilen kanun veya kuralın niteliğidir.
Tağutun şeytani otoritesini reddederek itikadi bir sapmaya girmeyen müslümanların karşılaştıkları kanun, kural veya emir, tağutun belirlediği hüküm, kural veya emir olmasına rağmen, müslümanların şer'an menedildiği bir hüküm veya kural değilse, bunlara şartlar gereği olarak itaat eden bir müslüman küfre girmez. Çünkü cahili toplumda yaşayan müslümanın bu itaati, Allah'ın hükmüne rağmen bir itaat olmadığı için, tağuta yönelik bu itaat, tağuta kulluk değildir.