Dallarla yapraklarla, çimenlerle çiçeklerle, kuşlarla böceklerle konuşan bir adam düşünün. İşte o adam, Ahmet Salih beydi. Sabah sabah Mahmut dağı'nın eteğine derdini dökmem için gelmişti, içinde yanan umut çırası sönmesin diye kendini doğanın koynuna atıyordu. Onu o saatte öyle gören, ağaçlara tapınıyor sanabilirdi. Kendini bütünüyle verdiği için doğanın bir parçası olarak görüyordu. Onun için doğada bilinmez güçler, bu dostluklara inanmaya başlamıştı. Kendi kendine, "Acınası değil, umarsız bir adamım," diyordu.
Dallarla yapraklarla, çimenlerle çiçeklerle, kuşlarla böceklerle konuşan bir adam düşünün. İşte o adam, Ahmet Salih beydi. Sabah sabah Mahmut dağı'nın eteğine derdini dökmem için gelmişti, içinde yanan umut çırası sönmesin diye kendini doğanın koynuna atıyordu. Onu o saatte öyle gören, ağaçlara tapınıyor sanabilirdi. Kendini bütünüyle verdiği için doğanın bir parçası olarak görüyordu. Onun için doğada bilinmez güçler, bu dostluklara inanmaya başlamıştı. Kendi kendine, "Acınası değil, umarsız bir adamım," diyordu.