Alamancı, gurbetçi gibi adlarla anılan insanlarımızın edebiyatıdır aslında göçmen edebiyatı. Ne tamamlanmış, ne de bitmiş bir edebiyattır, ancak hiç bitmeyeceği de kesin gibidir, biçim ve renk değiştirse de. Her yeni damla ile yeniden büyüyen, sonra yine kendine dönerek son bulan su halkaları gibi, öteki sularda, yaban ellerde. Göç, gurbet gibi kavramlarla artık özdeşleşmiş, bunları içselleştirmiş olan toplumumuzda Almanya'nın apayrı bir yeri vardır kuşkusuz. Almanya tüm o gurbet ve memleket öykülerinden çok daha uzak, çok daha yabancı, öteki bir kavram idi. Almanyalılık, Alamancılık ya da Almanyalı olmak; gurbet kavramının en öteki, en uç biçimi olarak elli yılını tamamlamış, tarihteki yerini çoktan almış, belgesellere konu olmuş ve en nihayetinde de kendi edebiyatını ve sinemasını, kısaca sanatını oluşturabilmiştir, üç kuşak boyunca. Kimsesiz, öksüz bir çocuk gibi büyüyen bu edebiyat, ilk başlarda ciddiye alınmamış, hor görülmüş ve ötekileştirilmiştir. Azınlık edebiyatı mı, dışgöç yazını mı yoksa konuk işçi edebiyatı mı tartışmaları arasında bir de kendi kimliğini aramış; Türk edebiyatı mı Alman edebiyatı mı derken zamanla yeteneğini ve gücünü ortaya koydukça, sinema, tiyatro gibi diğer sanat dalları ile birlikte dallanıp budaklandıkça paylaşılmaz olmuş, her iki taraf da kendinden saymaya başlamıştır. Birkaç milyonluk sessiz yığının sesi soluğu olmuş olan göçmen edebiyatı ise her iki tarafa da kendini ait hissettiğinden Türk-Alman Edebiyatı adını sevmiştir. Bu sözlük çalışmasında Türk-Alman Edebiyatına ait, elli yıllık süreci boyunca üç kuşak boyu, ikiyüze yakın göçmen edebiyatı sanatçıları tanıtılmaktadır.
Alamancı, gurbetçi gibi adlarla anılan insanlarımızın edebiyatıdır aslında göçmen edebiyatı. Ne tamamlanmış, ne de bitmiş bir edebiyattır, ancak hiç bitmeyeceği de kesin gibidir, biçim ve renk değiştirse de. Her yeni damla ile yeniden büyüyen, sonra yine kendine dönerek son bulan su halkaları gibi, öteki sularda, yaban ellerde. Göç, gurbet gibi kavramlarla artık özdeşleşmiş, bunları içselleştirmiş olan toplumumuzda Almanya'nın apayrı bir yeri vardır kuşkusuz. Almanya tüm o gurbet ve memleket öykülerinden çok daha uzak, çok daha yabancı, öteki bir kavram idi. Almanyalılık, Alamancılık ya da Almanyalı olmak; gurbet kavramının en öteki, en uç biçimi olarak elli yılını tamamlamış, tarihteki yerini çoktan almış, belgesellere konu olmuş ve en nihayetinde de kendi edebiyatını ve sinemasını, kısaca sanatını oluşturabilmiştir, üç kuşak boyunca. Kimsesiz, öksüz bir çocuk gibi büyüyen bu edebiyat, ilk başlarda ciddiye alınmamış, hor görülmüş ve ötekileştirilmiştir. Azınlık edebiyatı mı, dışgöç yazını mı yoksa konuk işçi edebiyatı mı tartışmaları arasında bir de kendi kimliğini aramış; Türk edebiyatı mı Alman edebiyatı mı derken zamanla yeteneğini ve gücünü ortaya koydukça, sinema, tiyatro gibi diğer sanat dalları ile birlikte dallanıp budaklandıkça paylaşılmaz olmuş, her iki taraf da kendinden saymaya başlamıştır. Birkaç milyonluk sessiz yığının sesi soluğu olmuş olan göçmen edebiyatı ise her iki tarafa da kendini ait hissettiğinden Türk-Alman Edebiyatı adını sevmiştir. Bu sözlük çalışmasında Türk-Alman Edebiyatına ait, elli yıllık süreci boyunca üç kuşak boyu, ikiyüze yakın göçmen edebiyatı sanatçıları tanıtılmaktadır.