Tarihte var olmuş tüm toplumlarda bazı eylemler yasaklanmış, söz konusu yasaklara aykırı davranışlara karşı ceza öngörülmüştür. Sadece hukuksal bir olgu olarak değil sosyal bir olay olarak da kabul edilen suç, topluma vereceği zararlı etki nedeniyle hukuken yasaklanan ve ceza ile tehdit edilen kusurlu insan davranışıdır. İnsanlığın varoluşu kadar eski olan suç olgusu beraberinde bir yaptırım olarak cezayı da getirmiştir. Antik Çağ'dan itibaren birçok düşünür ve teolojik akımların temsilcileri, suçla mücadelede neredeyse tek çözümün ceza olduğuna ilişkin sarsılmaz bir kanaate sahip olmuşlar, ceza adaletinin devletler tarafından sağlanacağını belirtmişlerdir. Suç ve ceza adeta madalyonun iki yüzü gibi birbirlerinden ayrı düşünülemeyen ve birbirini etkileyen olgular olarak kabul edilmiştir.
Tüm suçların mağdurunun devlet olduğuna ilişkin anlayış, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında her türlü imkâna sahip olan güçlü devlet karşısında, beraberinde güçsüz durumda bulunan failin de korunması gerektiği düşüncesini getirmiştir. Hukuksal zeminde korunma altına alınmış olan fail, bu korunmadan muhakemenin tüm evrelerinde yararlanırken, aynı aşamalarda mağdurun korunması ise kanunlarda ve uluslararası sözleşmelerde yapılan düzenlemeler ile çok daha sonraları gerçekleşmiştir. Modern hukukta cezalandırıcı ve onarıcı model olmak üzere iki çeşit cezalandırma anlayışı gelişmiştir. Failin ıslahını ön plana çıkaran cezalandırıcı model, fiilin ağırlığına göre cezanın belirlenmesini öngörürken, onarıcı modelde devlet, suçtan ziyade suçun oluşturduğu zararın giderilebilmesi için çaba harcamaktadır. Onarıcı modelin ortaya çıkışıyla mağdur haklarının gelişimi de hız kazanmış, mağdurun suç nedeniyle ortaya çıkan zararının giderilmesine çalışılmıştır. Bu çalışmada mağdur hakları, onarıcı modelden esinlenerek Türk Ceza Adalet Sistemi'nde yapılan düzenlemeler çerçevesinde ele alınarak değerlendirilmiştir.
Tarihte var olmuş tüm toplumlarda bazı eylemler yasaklanmış, söz konusu yasaklara aykırı davranışlara karşı ceza öngörülmüştür. Sadece hukuksal bir olgu olarak değil sosyal bir olay olarak da kabul edilen suç, topluma vereceği zararlı etki nedeniyle hukuken yasaklanan ve ceza ile tehdit edilen kusurlu insan davranışıdır. İnsanlığın varoluşu kadar eski olan suç olgusu beraberinde bir yaptırım olarak cezayı da getirmiştir. Antik Çağ'dan itibaren birçok düşünür ve teolojik akımların temsilcileri, suçla mücadelede neredeyse tek çözümün ceza olduğuna ilişkin sarsılmaz bir kanaate sahip olmuşlar, ceza adaletinin devletler tarafından sağlanacağını belirtmişlerdir. Suç ve ceza adeta madalyonun iki yüzü gibi birbirlerinden ayrı düşünülemeyen ve birbirini etkileyen olgular olarak kabul edilmiştir.
Tüm suçların mağdurunun devlet olduğuna ilişkin anlayış, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında her türlü imkâna sahip olan güçlü devlet karşısında, beraberinde güçsüz durumda bulunan failin de korunması gerektiği düşüncesini getirmiştir. Hukuksal zeminde korunma altına alınmış olan fail, bu korunmadan muhakemenin tüm evrelerinde yararlanırken, aynı aşamalarda mağdurun korunması ise kanunlarda ve uluslararası sözleşmelerde yapılan düzenlemeler ile çok daha sonraları gerçekleşmiştir. Modern hukukta cezalandırıcı ve onarıcı model olmak üzere iki çeşit cezalandırma anlayışı gelişmiştir. Failin ıslahını ön plana çıkaran cezalandırıcı model, fiilin ağırlığına göre cezanın belirlenmesini öngörürken, onarıcı modelde devlet, suçtan ziyade suçun oluşturduğu zararın giderilebilmesi için çaba harcamaktadır. Onarıcı modelin ortaya çıkışıyla mağdur haklarının gelişimi de hız kazanmış, mağdurun suç nedeniyle ortaya çıkan zararının giderilmesine çalışılmıştır. Bu çalışmada mağdur hakları, onarıcı modelden esinlenerek Türk Ceza Adalet Sistemi'nde yapılan düzenlemeler çerçevesinde ele alınarak değerlendirilmiştir.