Bu çalışmanın konusunu, 1908–1938 dönemi Türk düşüncesindeki halk ve halkçılık algısının sosyolojik bağlamdaki yansımaları oluşturmaktadır. Çok yönlü bir değişim ve dönüşüm sürecine sahne olan söz konusu dönemin aydınlatılması için, özellikle Batı düşünü ve tarihi mirasındakihalk ve halkçılık algısının tarihsel evrimi üzerinden, hem Osmanlı Devletinin son dönemleri hem de Cumhuriyet dönemi ve Cumhuriyet Devrimleri analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu amacı gerçekleştimek için ise tarihsel ve karşılaştırmalı yöntem kullanılmıştır. İnsan merkezli sosyal etkileşim sürecinde, modern zamanlar, aydınlanmanın yeni kavramlarının teorik bir formdan çıkıp, düşünsel anlamda bir eylem ya da sistem olarak kendine yer edinmesine tanıklık etmiştir. Bu bağlamda “halkçılık”, Aristoteles'in daha Antikite'de vurguladığı insanın sosyal bir varlık olduğu gerçeğinden hareketle bir arada yaşama zorunluluğunun temel söylemini belirginleştirmiştir. Busöylem, halk yığınlarının kendine özgü yaşam alanlarının kısıtlı ve sınırlı mı; yoksa bireysel ve kamusal haklardan hareketle daha bağımsız ve düzenli fikirsel organizasyonlarla bir özgürlük problemine dönüşeceğine yönelik ciddi bir sorgulama alanı açacaktır.
Bu çalışmanın konusunu, 1908–1938 dönemi Türk düşüncesindeki halk ve halkçılık algısının sosyolojik bağlamdaki yansımaları oluşturmaktadır. Çok yönlü bir değişim ve dönüşüm sürecine sahne olan söz konusu dönemin aydınlatılması için, özellikle Batı düşünü ve tarihi mirasındakihalk ve halkçılık algısının tarihsel evrimi üzerinden, hem Osmanlı Devletinin son dönemleri hem de Cumhuriyet dönemi ve Cumhuriyet Devrimleri analiz edilmeye çalışılmıştır. Bu amacı gerçekleştimek için ise tarihsel ve karşılaştırmalı yöntem kullanılmıştır. İnsan merkezli sosyal etkileşim sürecinde, modern zamanlar, aydınlanmanın yeni kavramlarının teorik bir formdan çıkıp, düşünsel anlamda bir eylem ya da sistem olarak kendine yer edinmesine tanıklık etmiştir. Bu bağlamda “halkçılık”, Aristoteles'in daha Antikite'de vurguladığı insanın sosyal bir varlık olduğu gerçeğinden hareketle bir arada yaşama zorunluluğunun temel söylemini belirginleştirmiştir. Busöylem, halk yığınlarının kendine özgü yaşam alanlarının kısıtlı ve sınırlı mı; yoksa bireysel ve kamusal haklardan hareketle daha bağımsız ve düzenli fikirsel organizasyonlarla bir özgürlük problemine dönüşeceğine yönelik ciddi bir sorgulama alanı açacaktır.