Bu çalışma, Fransız ihtilali ile başlayan süreçle beraber 12 Eylül 1980 askerî darbesine kadar geçen zaman aralığındaki, Türk Siyasi hayatının yaklaşık son 200 yılında yaşanan siyasi olayları geçmişten geleceğe olan etkisiyle beraber mercek altına almaktadır.
Fransız İhtilali, dünya siyasi hayatının olduğu gibi Türk Siyasi Tarihi'nin de en önemli kırılma noktasıdır. Yüzlerce yıl süren imparatorluk serüveninin sonu görülmeye başlamış, kılıç gücüyle elde ettiği topraklar, top ve tüfekle ayrılmaya, kopmaya başlamıştır. İmparatorluğa tabi olan milletleri bir arada tutan en kutsal değerler bile çıkar hesapları yapan zihniyetlerin önüne geçememiştir.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için bıçak sırtı bir yolun keskin sonu gibi olmuş, Osmanlı Devleti adeta dönüşü olmayan ve attığı her adımda biraz daha battığı bir bataklıkta ilerlemektedir. Ancak henüz cenaze tabuttadır ve toprağa gömülmemiştir, binlerce yılın biriktirdiği Türk Milletinin karakterini meydana getiren “bağımsızlık” duygusu, esarete asla izin vermeyecektir. “Ya istiklâl, ya ölüm” parolasıyla başlayan Millî Mücadele, Sevr'i yırtıp atmış, çıkar hesapları yapan herkesin tüm hayallerinin Lozan'a gömülmesini sağlamıştır. Artık yeni bir ülke ve ülkü vardır. Çağdaş, laik ve sosyal bir hukuk devleti: Türkiye Cumhuriyeti.
İkinci dünya savaşından sonra dünyanın hızla çağdaş demokrasilere doğru ilerlediği bir süreçte, Türkiye'de 27 yıl süren tek parti iktidarı sona ermiş, ancak yerine gelen siyasal oluşum, ellerine geçirdikleri parlamento çoğunluğu ile “parlamenter diktatörlük” yolunu açmakla suçlanmış ve maalesef “27 Mayıs İhtilali” yaşanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti 27 Mayıs'tan sonraki süreçte sadece çözüm bulamadığı işçi, öğrenci ve sivil toplumun itaatsizlik eylemleri, ağır ekonomik koşullar ile mücadele etmek zorunda kalmamış, Cumhuriyetin kuruluşundan elli bir yıl sonra “vatan” mücadelesi dediği, “Kıbrıs Savaşı” ile de sınanmıştır. Ayrıca, dış temsilciliklerinde katliama varan “Ermeni Terörü”, 1915 olaylarını tekrar gündeme getirmiş, 1973 öğrenci olayları ile ismi yeni duyulmaya başlayan Abdullah Öcalan tarafından Sevr'i hortlatmaya çalışan “Kürtçü” hareket, Marksist-Leninist örtü altında tarih sahnesine sürülmüştür. Dünya ekonomik sistemi neo-liberal bir çizgiye doğru kayarken, Türkiye'nin uygulamış olduğu sıkı devletçi politikalar iflas etmiş, dolayısıyla devlet dış borç batağına sürüklenmiştir. Böylece kuytu köşelerde Türkiye Cumhuriyeti'ni “Sevr Anlaşması'na” mahkûm etmek isteyenlerin kirli planları ve amaçlarını sahneleyebilecek bir ortam hazırlanmış ve 12 Eylül Askerî darbesiyle altın tepsi içinde darbe heveslilerine sunulmuştur. Diğer taraftan Ermeni işbirlikçisi Kürtçü örgütler, Suriye ve SSCB'den aldıkları maddi ve manevi destekle öncelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu, sonrasında tüm ülkeyi terörün çirkin yüzüyle tanıştırmaya hazırlanmaktadır.
Bu çalışma, Fransız ihtilali ile başlayan süreçle beraber 12 Eylül 1980 askerî darbesine kadar geçen zaman aralığındaki, Türk Siyasi hayatının yaklaşık son 200 yılında yaşanan siyasi olayları geçmişten geleceğe olan etkisiyle beraber mercek altına almaktadır.
Fransız İhtilali, dünya siyasi hayatının olduğu gibi Türk Siyasi Tarihi'nin de en önemli kırılma noktasıdır. Yüzlerce yıl süren imparatorluk serüveninin sonu görülmeye başlamış, kılıç gücüyle elde ettiği topraklar, top ve tüfekle ayrılmaya, kopmaya başlamıştır. İmparatorluğa tabi olan milletleri bir arada tutan en kutsal değerler bile çıkar hesapları yapan zihniyetlerin önüne geçememiştir.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için bıçak sırtı bir yolun keskin sonu gibi olmuş, Osmanlı Devleti adeta dönüşü olmayan ve attığı her adımda biraz daha battığı bir bataklıkta ilerlemektedir. Ancak henüz cenaze tabuttadır ve toprağa gömülmemiştir, binlerce yılın biriktirdiği Türk Milletinin karakterini meydana getiren “bağımsızlık” duygusu, esarete asla izin vermeyecektir. “Ya istiklâl, ya ölüm” parolasıyla başlayan Millî Mücadele, Sevr'i yırtıp atmış, çıkar hesapları yapan herkesin tüm hayallerinin Lozan'a gömülmesini sağlamıştır. Artık yeni bir ülke ve ülkü vardır. Çağdaş, laik ve sosyal bir hukuk devleti: Türkiye Cumhuriyeti.
İkinci dünya savaşından sonra dünyanın hızla çağdaş demokrasilere doğru ilerlediği bir süreçte, Türkiye'de 27 yıl süren tek parti iktidarı sona ermiş, ancak yerine gelen siyasal oluşum, ellerine geçirdikleri parlamento çoğunluğu ile “parlamenter diktatörlük” yolunu açmakla suçlanmış ve maalesef “27 Mayıs İhtilali” yaşanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti 27 Mayıs'tan sonraki süreçte sadece çözüm bulamadığı işçi, öğrenci ve sivil toplumun itaatsizlik eylemleri, ağır ekonomik koşullar ile mücadele etmek zorunda kalmamış, Cumhuriyetin kuruluşundan elli bir yıl sonra “vatan” mücadelesi dediği, “Kıbrıs Savaşı” ile de sınanmıştır. Ayrıca, dış temsilciliklerinde katliama varan “Ermeni Terörü”, 1915 olaylarını tekrar gündeme getirmiş, 1973 öğrenci olayları ile ismi yeni duyulmaya başlayan Abdullah Öcalan tarafından Sevr'i hortlatmaya çalışan “Kürtçü” hareket, Marksist-Leninist örtü altında tarih sahnesine sürülmüştür. Dünya ekonomik sistemi neo-liberal bir çizgiye doğru kayarken, Türkiye'nin uygulamış olduğu sıkı devletçi politikalar iflas etmiş, dolayısıyla devlet dış borç batağına sürüklenmiştir. Böylece kuytu köşelerde Türkiye Cumhuriyeti'ni “Sevr Anlaşması'na” mahkûm etmek isteyenlerin kirli planları ve amaçlarını sahneleyebilecek bir ortam hazırlanmış ve 12 Eylül Askerî darbesiyle altın tepsi içinde darbe heveslilerine sunulmuştur. Diğer taraftan Ermeni işbirlikçisi Kürtçü örgütler, Suriye ve SSCB'den aldıkları maddi ve manevi destekle öncelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu, sonrasında tüm ülkeyi terörün çirkin yüzüyle tanıştırmaya hazırlanmaktadır.