Elinizdeki eser, birkaç açıdan tarihçilerin alışkanlıklarını bozuyor. Bir tarih anlatısı bugüne ulaşabilmeli bugünü dönüştürebilmelidir. Fakat bu denli bir etki gücü, sosyo-politik saiklerle tarihin kötüye kullanıldığı örneklerin dışında fazla görülmez. Tarihin, pek çoklarının düşündüğünün ve inanmak istediğinin tersine, bugünü belirleyen değişkenlerden “yalnızca biri” olması, tarih metinlerinin sözü edilen durumunu açıklayabilir. Şu an elinizde tuttuğunuz eser, işte bu noktada farklılaşıyor. O, geçmişte belirlenmiş bir dönemdeki bir bilinmezden yola çıkmıyor. Şaşırtıcı bir cesaretle, bugünden yola çıkıyor. Üstelik bugünü hani neredeyse bütünüyle belirleyen yakıcı bir sorundan yola çıkıyor. Bugünü bütünüyle belirleyen bir değişkenin tarihsel boyutlarını, benzer değişkenlerin geçmişte gösterdikleri belirleyici gücün derecesini ve elbette insanoğlunun bu değişken karşısında sergilediği kudret ya da acziyetin nedenlerini, sonuçlarını ve boyutlarını araştırmak, önemli bir fark yaratıyor. Esasında yukarıda “bugünden yola çıkmak” olarak adlandırılan tutum, tam olarak budur.
Eserin bir diğer farkı, seçtiği “özne” ile ilgili. Geçmişte olup bitenlerin gerçek “öznesinin” kim ya da ne olduğu sorununa yaklaşım, zaman içinde değişiklik gösterir. Fakat tarihçiler birkaç yüzyıldır, geçmişte olup biten her şeyi insan aklına ve onun etki gücüne sığdırmaya çalışıyorlar. Bu yönelimde belli ölçüde haklılar, çünkü insan hem dünyayı ve hem kendini en fazla dönüştürebilen canlı türü. Bu dönüşümün öznesi de elbette yine insan.
Dolayısıyla geçmişe ilişkin anlatıların öznesinin insan olması oldukça normal. Ancak, bu muhakemede gözden kaçan husus, insanı belirleyen yegâne şeyin sadece “insan” olmadığı gerçeği. Bugün görüyoruz ki, virüsler bile, insanın gerçekliği üzerinde insanın kendisi kadar belirleyici olabiliyor. İnsan, kendi dışındaki bu zorlayıcıların etkisiyle kendini dönüştürmeye çalışıyor ise, dönüşümün öznesi, insan kadar o zorlayıcıdır da. Elinizdeki eser, bu zorlayıcıları “salgın” ve “afet” olarak iki kategoriye ayırıyor ve onları tastamam birer “özne” olarak kabul ediyor. Tarihi biraz da, insanın dışındaki “öznelerle”, esas “özne” olan insanın etkileşimi olarak görüyor.
Kısaca değinilen bu iki farklılığın, elinizde tuttuğunuz bu eser üzerinde çalışırken, bugüne, geçmişe, insan olarak kendinize ve sizi belirleyen diğer “öznelere” bakışınızı değiştireceğini umuyor ve iyi okumalar diliyorum.
Prof. Dr. Hüseyin KÖKSAL
Elinizdeki eser, birkaç açıdan tarihçilerin alışkanlıklarını bozuyor. Bir tarih anlatısı bugüne ulaşabilmeli bugünü dönüştürebilmelidir. Fakat bu denli bir etki gücü, sosyo-politik saiklerle tarihin kötüye kullanıldığı örneklerin dışında fazla görülmez. Tarihin, pek çoklarının düşündüğünün ve inanmak istediğinin tersine, bugünü belirleyen değişkenlerden “yalnızca biri” olması, tarih metinlerinin sözü edilen durumunu açıklayabilir. Şu an elinizde tuttuğunuz eser, işte bu noktada farklılaşıyor. O, geçmişte belirlenmiş bir dönemdeki bir bilinmezden yola çıkmıyor. Şaşırtıcı bir cesaretle, bugünden yola çıkıyor. Üstelik bugünü hani neredeyse bütünüyle belirleyen yakıcı bir sorundan yola çıkıyor. Bugünü bütünüyle belirleyen bir değişkenin tarihsel boyutlarını, benzer değişkenlerin geçmişte gösterdikleri belirleyici gücün derecesini ve elbette insanoğlunun bu değişken karşısında sergilediği kudret ya da acziyetin nedenlerini, sonuçlarını ve boyutlarını araştırmak, önemli bir fark yaratıyor. Esasında yukarıda “bugünden yola çıkmak” olarak adlandırılan tutum, tam olarak budur.
Eserin bir diğer farkı, seçtiği “özne” ile ilgili. Geçmişte olup bitenlerin gerçek “öznesinin” kim ya da ne olduğu sorununa yaklaşım, zaman içinde değişiklik gösterir. Fakat tarihçiler birkaç yüzyıldır, geçmişte olup biten her şeyi insan aklına ve onun etki gücüne sığdırmaya çalışıyorlar. Bu yönelimde belli ölçüde haklılar, çünkü insan hem dünyayı ve hem kendini en fazla dönüştürebilen canlı türü. Bu dönüşümün öznesi de elbette yine insan.
Dolayısıyla geçmişe ilişkin anlatıların öznesinin insan olması oldukça normal. Ancak, bu muhakemede gözden kaçan husus, insanı belirleyen yegâne şeyin sadece “insan” olmadığı gerçeği. Bugün görüyoruz ki, virüsler bile, insanın gerçekliği üzerinde insanın kendisi kadar belirleyici olabiliyor. İnsan, kendi dışındaki bu zorlayıcıların etkisiyle kendini dönüştürmeye çalışıyor ise, dönüşümün öznesi, insan kadar o zorlayıcıdır da. Elinizdeki eser, bu zorlayıcıları “salgın” ve “afet” olarak iki kategoriye ayırıyor ve onları tastamam birer “özne” olarak kabul ediyor. Tarihi biraz da, insanın dışındaki “öznelerle”, esas “özne” olan insanın etkileşimi olarak görüyor.
Kısaca değinilen bu iki farklılığın, elinizde tuttuğunuz bu eser üzerinde çalışırken, bugüne, geçmişe, insan olarak kendinize ve sizi belirleyen diğer “öznelere” bakışınızı değiştireceğini umuyor ve iyi okumalar diliyorum.
Prof. Dr. Hüseyin KÖKSAL