“Gene de ‘Ben çocuklarımı ana vatana atayım da bir şekilde yeni bir düzen kurarız.' diye düşünüyordu. Vapurun sireni Âdem Bey'i daldığı serin sulardan çıkardı ve kendine getirdi. Gemi personeli halatları sökmüştü, vapur harekete hazırdı. Limana uğurlamaya gelenlerin ağlaşmaları ile vapurdaki ağlaşma sesleri ortamı ağırlaştırmıştı. Âdem Bey bir an önce vapurun limandan uzaklaşmasını istedi. Onu ve ailesini yolcu etmeye gelen kimse olmadığı için vapurun bir an önce hızlanmasını ve ufukta kaybolmasını istiyordu. Bir de hanımın ve çocukların yanında ağlamak olmazdı. Erkek adam ağlamazdı, öyle öğretilmişti ama Âdem Bey zor tutuyordu kendini. Gemi uzaklaştıkça limanda el sallayan insanlar küçülüyordu. Âdem Bey'in ise yüreğindeki sızı vapur ana karadan uzaklaştıkça, yol aldıkça daha çok büyüyordu. ‘Allah'tan büyük bir curcuna kopuyor da kimse gözlerimden akan yaşları fark edemiyor.' diye düşünüyordu ama aslında herkes her şeyin farkındaydı. Sonra kendi kendine mırıldanarak ‘Bugün ağlamayacaksın da ne zaman ağlayacaksın bre Âdem! Sanki erkeklerinki kalp değil! Neden bize böyle şeyler öğretiyorlar ki?' dedi. Sonra istenç dışı bir şekilde ‘Erkekler de ağlar.' dedi, sonra gene içinden ‘Ne yapıyorum ben yahu!' dedi. Ama nasıl oluyorsa kendini daha fazla tutmaya çalışmadı. Etrafından hiç çekinmeden, âdeta içini temizlercesine yıllardır biriktirdiği gözyaşlarını dışa akıtıyor, hüngür hüngür ağlıyordu. İçi acıyordu. Kolay mıydı? Daha geçen yıl babasını Köstence topraklarına emanet etmişti. Anası, dedesi, ataları hep bu topraklarda gömülüydü, bunca yılın hatırı kalırdı. Ağladıkça ağladı, gözyaşı sel olup aktı, sanki hiç bitmeyecek gibi yürekler parçalandı. Can garip, can çaresiz ve suskundu. Âdem Ağa yutkundu, ağladı, saklamaya çalıştıkça daha çok ağladı, yutkundu. Nasıl ağlamasın? Can paramparçaydı. Artık gizlemek, saklamak umurunda değildi. Sonra doya doya, içini çeke çeke, içinden geldiği gibi, kalbinin sesinin istediği gibi gözyaşı dökmeye devam etti. Romanya'nın Köstence kasabası atalarının topraklarıydı, orayı çok seviyordu ama çaresiz ayrılık anı gelmişti. Hiç aklına gelmeyen olaylar yaşıyordu. Bu gözyaşları bir çağı kapatan ve yeni bir çağ açan gözyaşlarının uç beyleriydi. Kartlar yeniden karılıyor, olan yollara düşen Türk çocuklarına oluyordu. Balkanlarda tüten Türk evlerinin ocaklarının bacaları artık tütmüyor, bacalarından duman çıkmıyor, bacalar bir bir söndürülüyordu. Tarihçiler zalimlerin zulmünü kömür karası bir kalemle tarihin kalın defterine not olarak düşüyordu. Türkler Balkanlarda istenmiyorlardı.”
“Gene de ‘Ben çocuklarımı ana vatana atayım da bir şekilde yeni bir düzen kurarız.' diye düşünüyordu. Vapurun sireni Âdem Bey'i daldığı serin sulardan çıkardı ve kendine getirdi. Gemi personeli halatları sökmüştü, vapur harekete hazırdı. Limana uğurlamaya gelenlerin ağlaşmaları ile vapurdaki ağlaşma sesleri ortamı ağırlaştırmıştı. Âdem Bey bir an önce vapurun limandan uzaklaşmasını istedi. Onu ve ailesini yolcu etmeye gelen kimse olmadığı için vapurun bir an önce hızlanmasını ve ufukta kaybolmasını istiyordu. Bir de hanımın ve çocukların yanında ağlamak olmazdı. Erkek adam ağlamazdı, öyle öğretilmişti ama Âdem Bey zor tutuyordu kendini. Gemi uzaklaştıkça limanda el sallayan insanlar küçülüyordu. Âdem Bey'in ise yüreğindeki sızı vapur ana karadan uzaklaştıkça, yol aldıkça daha çok büyüyordu. ‘Allah'tan büyük bir curcuna kopuyor da kimse gözlerimden akan yaşları fark edemiyor.' diye düşünüyordu ama aslında herkes her şeyin farkındaydı. Sonra kendi kendine mırıldanarak ‘Bugün ağlamayacaksın da ne zaman ağlayacaksın bre Âdem! Sanki erkeklerinki kalp değil! Neden bize böyle şeyler öğretiyorlar ki?' dedi. Sonra istenç dışı bir şekilde ‘Erkekler de ağlar.' dedi, sonra gene içinden ‘Ne yapıyorum ben yahu!' dedi. Ama nasıl oluyorsa kendini daha fazla tutmaya çalışmadı. Etrafından hiç çekinmeden, âdeta içini temizlercesine yıllardır biriktirdiği gözyaşlarını dışa akıtıyor, hüngür hüngür ağlıyordu. İçi acıyordu. Kolay mıydı? Daha geçen yıl babasını Köstence topraklarına emanet etmişti. Anası, dedesi, ataları hep bu topraklarda gömülüydü, bunca yılın hatırı kalırdı. Ağladıkça ağladı, gözyaşı sel olup aktı, sanki hiç bitmeyecek gibi yürekler parçalandı. Can garip, can çaresiz ve suskundu. Âdem Ağa yutkundu, ağladı, saklamaya çalıştıkça daha çok ağladı, yutkundu. Nasıl ağlamasın? Can paramparçaydı. Artık gizlemek, saklamak umurunda değildi. Sonra doya doya, içini çeke çeke, içinden geldiği gibi, kalbinin sesinin istediği gibi gözyaşı dökmeye devam etti. Romanya'nın Köstence kasabası atalarının topraklarıydı, orayı çok seviyordu ama çaresiz ayrılık anı gelmişti. Hiç aklına gelmeyen olaylar yaşıyordu. Bu gözyaşları bir çağı kapatan ve yeni bir çağ açan gözyaşlarının uç beyleriydi. Kartlar yeniden karılıyor, olan yollara düşen Türk çocuklarına oluyordu. Balkanlarda tüten Türk evlerinin ocaklarının bacaları artık tütmüyor, bacalarından duman çıkmıyor, bacalar bir bir söndürülüyordu. Tarihçiler zalimlerin zulmünü kömür karası bir kalemle tarihin kalın defterine not olarak düşüyordu. Türkler Balkanlarda istenmiyorlardı.”